Evrim çoğu zaman natüralistler tarafından dine karşı yıkıcı bir silah gibi kullanılmaktadır. Oysa kabullenilmese de, natüralist evrim Tanrı olmaksızın objektif bir ahlaka sahip olamayacağımızı da söylemektedir. Görmüş olduğumuz üzere bunu onaylayanların biri Charles Darwin'in ta kendisidir. Hasbelkader mutasyonlara dayalı Darwinci evrim, objektif ahlaki değerlerin ateizm içerisinde çok zorlama durduğunu göstermektedir. Zira çok başka şekillerde evrimleşebilir ve şimdi iyi dediklerimize kötü diyebilirdik. Eğer Tanrı'nın olmadığını ve evrimin tamamen başıboş bir süreç olduğunu öne sürersek, ne soyut iyilik gibi kavramların sahici bir varlığından ne de insanların bu sözde soyut iyilik gibi bir kavramı algılamak üzere evrimleştiklerini iddia edebiliriz.
İnsanların kim oldukları sadece adlarından mı anlaşılır sanıyorsun? Bakışlarından, yürüyüşünden, görüntüsünden, kullandıkları ses tonundan tanırsın onları...
Yazar, kitabında karşılaşabileceğimiz kişilik özelliklerini genel bir şekilde anlatıp bunlarla nasıl baş edebilecegimize dair önerilerde bulunmuş. Eserinde yer alan kişilik özelliklerine sahip kişiler için de nasıl değişebileceklerine dair çeşitli önerilerde bulunmuş. Bu kişilik özelliklerine sahip insanların hayata bakışını ele almış en sonda ise çeşitli kitap önerilerinde bulunmuş.
1838 senesinde eldeki imkânları tepe tepe kullanan Matthias Schleiden, bütün bitkilerin hücrelerden yaratıldığını keşfetti.
1839 senesinde Theodor Schwann adındaki başka bir bilim adamı hayvanların ve insanların canlı hücrelerden meydana geldiğini üstüne basa basa söyledi.
Bitkiler hücrelerden, hayvanlar hücrelerden ve insanlar hücrelerden yaratılmıştı...
Bu neredeyse kesindi! Peki ama hücreler!? Onlar nasıl çoğalıyorlardı!?
Rudolf Virchow adındaki bir başka bilim insanı 1858 yılında hücrelerin bölünerek çoğaldığını keşfetti!
" Seçim yapmaya hakkı vardı, tıpkı bütün insanların hakkı olduğu gibi. Seçimlerimiz bizi tanımlardı. Sola veya sağa gidebilirdik. Evet veya hayır diyebilirdik. Bir şeye tutunabilir veya o şeyi bırakabilirdik."
Bu kız, trendeki biçimsiz, renksiz insanların yanına
yakışmıyor. Onun İngiltere’nin soğuk, tatsız orta bölgelerine
gitmesi de yersiz... Şu anda bir balkonda olması gerekirdi.
Gururlu başını siyah bir dantel örtecek, dişlerinin arasında kırmızı bir gül olacaktı. Sıcak hava, toz ve kan kokacaktı.
Arenaların o sarhoş edici kokusu yayılmış olacaktı etrafa...
Bu kız, üçüncü mevki bir kompartımanda bir köşeye
sıkışacağı yerde, olağanüstü güzel bir bahçede olmalıydı...
“Çok yalnızdım.”
“Toronto'dan sonra biraz yalnız kalmak istediğini sanmıştım.
Gerçek yalnızlık insanların arasında olmak, demiştin. Üstelik biz zaten buyuz, Tom. Yalnızız.”