Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
İstanbul'un ruhu kirleniyordu. İşgal, milletin izzet-i nefsini yaralıyordu.
Evet, gün geliyor bıkıyorum senden Ama İstanbul'dan bıkmak gibi bir şey bu
Reklam
belki bir dilekte bulundular
üzerlerine mezar toprağı gibi serpilen yalnızlıktan İstanbul uzağında kaybolmuş akranlarını
Kuvayı Milliye
İşgalciler ve onlara boyun eğen iş birlikçiler Türk vatanını çiğneyip bölmek için harekete geçerken onların karşısına Anadolu'da hiç de beklenmedik bir sürpriz filizleniyordu. Devletin bu zalim gidişata dur diyemediği noktada devreye millet giriyor ve pek çok direniş grubu aynı anda birbirinden bağlantısız şekilde harekete geçiyordu. İzmir'de, Trakya'da, Adana'da, Urfa'da direniş dernekleri kuruluyor; Doğu illerinin kurtarılması için İstanbul merkezli önemli bir dernek faaliyete geçiyor; Trabzon'da işgal karşıtı ''İstiklâl'', Adana'da ''Yeni Adana'' gazeteleri yayın hayatına başlıyor ve İstanbul'da işgalin gidişatından endişe duyan bazı devlet adamları tarafından Milli Kongre isimli bir oluşum meydana getiriliyordu.
Karabekir, tesadüf ettiği sivil ve asker herkese, “Maneviyatınızı kırmayınız. Elbet bu vartayı da atlatırız” diye tesellilerde bulunuyordu. Fakat 28 Kasım günü İstanbul Boğazına girdiğinde verdiği tüm tesellileri ezen, kara bir tabloyla karşılaştı…
Menekşenin üstünde, göğsünü esen yele verip kanatlarını germiş süzülüyor, önümde İstanbul şehrinin acımasızlığının, yitmişliğinin, kendi kendini, insanlığını unutmuşluğunun, çok şeyler yitirmişliğinin bir anıtı, yüzlerce kuş başından dikilmiş bir anıtı duruyordu.
Sayfa 79 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Türkiye'nin en büyük çeltik işleme tesisi Edirne İpsala'da­ ki Sezon Pirinç idi. Malatyalı Erdoğan ailesi tarafından 1950'de temeli atılan Se­ zon Pirinç iki yıl kadar önce yaşadığı mali darboğazı aşamayınca mahkemeye başvurarak iflas erteleme talebinde bulundu. Ancak, 18 Ekim 2017'de İstanbul Anadolu Asliye Ticaret Mahkemesi şirket için iflas kararı verdi. Şirketin tasfiye işlemleri için dosya İcra İflas Müdürlüğü'ne gönderildi. Bu yolu Özaııar açtı, Erdoğanlar sonunu getiriyor. İthalata bağlı ülke yapıldık!
Ne yazık ki bugün, okumuş cahil sayısı artık çok daha fazla.
Her memleketin köylüsüyle okumuş yazmış zümresi arasında, aynı derin uçurum var mıdır. Bilmiyorum! Fakat okumuş bir İstanbul çocuğu ile bir Anadolu köylüsü arasındaki fark bir Londra'lı İngiliz ile bir Pencaplı Hintli arasındaki farktan daha büyüktür. Bunu yazarken elim titriyor.
Sayfa 36
Bir seferinde İstanbul'a Kolera geldiğinde Doktorlar Bu konuda bir türlü anlaşamadı kimi Kolera der kimi değil kimi mikroplara bile İnanmaz her yerden su örnekleri alıp bakteriyeloglara gönderiyordum incelenmesi için. Gelen raporları da tek tek okuyordum Bir de ne göreyim her Doktor ayrı bir telden çalıyor söyledikleri birbirini tutmuyor baktım Bu iş böyle olmayacak. Bir sürü pasteur'den yardım istedim üssü Pastör bize şantimes adında sağ kolunu gönderdi O adamlara millet borçluyum Çünkü bizimkilerin bir türlü anlaşamadığı konuda hemen tahlil yapıp salgının kesinlikle Kolera olduğunu söylediler birlikte çalışmaya başladık ne dedilerse yaptım Ne hissederse verdim ilme saygım büyüktür biliyorsunuz halkı tecrit ettik evleri kapadık cennet mekan Mahmut Dedem de böyle yapmıştı sonunda bu Kolera belasını def ettik çok şükür.
Kalbini arayanlar Kızkulesi’nde mağrur Kanıyor İstanbul’da kabuk tutan her yara İstanbul uyanınca gözlerine vurulur
Reklam
[Sevgilim, bir günün ortası şimdi]*
Sevgilim, bir günün ortası şimdi Taşıtlar hızla gelip geçiyor, her yer kalabalık, Ben seni düşünüyorum bir bodrum kahvesinde Uzat bana uzat ellerini İzinli askerler görüyorum, kırıtarak yürüyen işçi kızlar İstanbul her günkü yaşantısı içinde, uğultulu, Güvercinler güneşten bir sessizliği biriktiriyor Ben seni düşünüyorum seni Hani tıpkı o ilk günlerdeki gibi Kalbim diyorum kalbim Daha dün tezgâhtan çıkmış bir su sayacı gibi Aşkı anılar besliyor düşler kadar Bu yüzden diyorum ki aşk eskidikçe aşktır Sevgi eskidikçe sevgi.
Bilirim. Yanlış yerlerde, yanlış insanlarla, yanlış hayatları kabullenen çok insan vardır o uzaktan baktığımız ya da baktığımızı sandığımız yerlerde.
“Ben derin bir kuyuyum. Bana bir taş atarsın, sonra kendin de bulamazsın.”
'verilenle yetinmeyi’, zamanın akışında ben de öğrendim. Bu tercih, acılarını, umutlarını, anılarını paylaştığım, bir başka deyişle biraz daha fazla yaklaşabildiğim, aynı hikâyede yürüdüğüm, soluk aldığım insanlar için de söz konusuydu kimi zamanlarda. Yolun bir yerinden sonra, birbirimizde hep bir misafir oluyorduk. Hep misafir...
Kırcı, bizim evden uzak durmamız gerektiği, 25 Ocak 1996 tarihinde İstanbul Asayiş Şube İnfaz Masası Ekiplerince göz altına alınıp, Gayrettepe'deki şubeye götürülmüştü. Belli ki babam, yine bir yerlerin kirli işlerini belgelemiş ve restini çekmişti. O gece evimize giren şahıslar ve bir başka koldan babamı tutuklamaya cesaret edemeyen ancak O'na gözdağı vermek için Kırcı'yı biri ihbarla alıkoyanlar, ortalığı germek istemişlerdi. Bu gibi durumlarla dönem dönem karşılaşıyorduk. Neticede bir şey olmuyor ve kısa bir müddet sonra tekrar normal hayatımıza dönüyorduk. Tabi ki sonraki gerginliğe kadar. Yani Çatlı'nın restini çektiği ana kadar!
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.