İşte o gece bir güzel konuştum kendimle. Dedim, “Kızım olay nedir?” Dedi, “Böyle böyle.” Dedim, “Ne yapmayı düşünüyorsun, bu şekil durup üzülecek misin?” Dedi, “Bilmiyorum, başka yolu var mı?” “Var,” dedim, “var”, tane tane anlattım bütün yolları. Bir güzel dinledi. Önce hepsi zor geldi tabii, hepsi için belli bir efor gerekliydi, hiçbirine halim yokmuş gibi hissediyordum kendimi. Ama fizik yasaları dedim, entropi dedim, matematik dedim. Felsefe dedim, evrim dedim, denge dedim. Aklıma ne geldiyse sayıp döktüm ispatlamak için. Bilimi, tüm mızıldanmalarıma siper ettim. Epey etkileyici konuştum açıkçası. Yağmurun altındayım bir de böyle, ıslanmışım, şimşekler vuruyor yüzüme... Bir hoş oldu içim. Mümkün olsa kendimi kendi dudaklarımdan öpecektim. “Halledebilir miyim sence?” dedi. “Halledersin,” dedim, “hem ben seninle her yere gelirim”... İnandım kendime inanır mısın? Onu diyorum işte, kendine inanırsan da kurtulursun.
O günden beri kendime kendimin en kral arkadaşı muamelesi yapıyorum anlayacağın. Acıkınca canı ne isterse onu ısmarlıyorum, bunalınca çıkıp bir hava aldırıyorum, kafası bozuksa içmeye gidiyoruz beraber, ağlamaya başlarsa bir komiklik yapıp güldürüyorum filan. Çok eğleniyoruz biz. İnsan bir dertle boğuşurken hiç geçmezmiş gibi hissediyor ya, o gece, hava bunaltıcı bir sıcaktan şiddetli bir fırtınaya dönünce, işlerin de nasıl şak diye değiştiğini tüm hücrelerimle gördüm işte. Kendimi de şimşekler altında iyice gördüm. Bu yüzden gönül rahatlığıyla diyebilirim ki, valla iyi ki doğmuşum be Osman.