Kısaca söylemek gerekirse, düşünen bilincin dünyayı gözlemlediğinde duyduğu iyimserlik, yaklaşık şu sözcüklerle dile getirilebilir: Bizler, ileriye doğru yanılmaktayız!
Hayatımı değiştiren kitap!
Hayatımı değiştiren film!
Hayatımı değiştiren olay!
Ne çok duyuyoruz değil mi böyle cümleleri hayatta? Peki hiç canlı örneği ile karşılaştınız mı?
Yıllar yıllar önceydi. - Tamam o kadar yaşlı değilim kabul ediyorum.- Üniversite sıralarındaydım. Çocuk Edebiyatı dersimize giren hocamız "Güneşin Çocukları" diye
Ve kitap bitti,
İncelemeyi yazıp mı intihar etsem yoksa yazmadan mı bilemedim.
Eğer bu incelemeyi okuyorsanız ilk ihtimal kazanmış demektir!
"Ölümle biten bir intihar yok.
Asıl intihar
Gün gün yaşamakta." (s. 288)
Öyle bir eser ki sayfa sayfa ölüyorsunuz. Yalnız başınıza, sevgisiz, bıkıp usanmış... Ölümü anlatan şairler var
İkinci Dünya Savaşı yılları,
Meşhur toplama kampları...
Ne kitaplar yazıldı ne filmler yapıldı.
Ama hiçbiri yaşayan biri kadar anlatamaz yaşanan acıyı!
Peki onlar bunu anlatmak isteyecek mi? Hangi kelime orada yaşananları dile getirmeye yeter ki? Ya da bu onları bu acıları yeniden yaşamaya itmek olmaz mı?
"Yaşadıklarımız hakkında
*Yaşamak acı çekmektir; yaşamı sürdürmek, çekilen bu acıda bir anlam bulmaktadır. Eğer yaşamda bir amaç varsa, acıda ve ölümde de bir amaç olmalıdır. Ama hiç kimse bir başkasına bu amacın ne olduğunu söyleyemez. Herkes bunu kendi başına bulmak ve bulduğu yanıtın öngördüğü sorumluluğu üstlenmek zorundadır"
İlk cümlem,
İnsanın Anlam Arayışı*
Ve bir gün 'ölüm' fikrini değiştirir..
"Ertesi gün hiç kimse ölmedi."
Ölmemek; insanların başına gelmiş ve gelebilecek olan en güzel şey midir? Yoksa bir felâket midir?
Hızlı bir girişle "Ertesi gün hiç kimse ölmedi." diyerek başlıyor hikaye. Böyle bir girişle kitabın içine girmemek ve o dünyada kaybolmamak çok zor..
Ölümün
Kitabın ilk bölümünde yazar Nazi soykırımı sebebiyle Polonya’daki Auschwitz toplama kampına gönderilmesiyle başlayan özyaşam öyküsünü gerçekliğiyle bizimle paylaşıyor.
Gaz odalarında, krematoryumlarda yapılan katliamlar, gardiyanların, ustaların tutuklulara davranışları, açlığın, susuzluğun raddeleri, yüreği fazlasıyla sızlatan işkenceler,
"Şimdi ben neyim? Ödlek bir kardeş mi, yoksa inançsız bir derviş miyim? insanlara olan sevgimi mi yitirdim, yoksa inancım mı zayıfladı? İnsan şeklini mi, inancımı mı yoksa ikisini birden mi yitirdim ben?"
Bu cümle aslında bu kitabın özeti.
Yazardan ilk önce konuya girmek istiyorum.
Meşa Selimoviç 1944 sonlarında ağabeyini, 3.Kolordu Askeri
Yola Düşen Gölgeler yaklaşık üç yıllık bir aradan sonra piyasaya çıkan romanım oldu.
Bu üç yıl benim açımdan hayatımın en berbat, en sıkıntılı dönemiydi. Üstelik geleceğin ondan iyi olacağına dair ümitli değilim. Pek çok sorunla, acıyla ve olumsuz durumla, hayal bile edemeyeceğim şeylerle karşılaştım. Ancak şunu söyleyebilirim ki, eğer bu üç yıl