"İşin kötüsü insan başkalarının tecrübelerinden faydalanamıyor. Hayat bu. Herkes kendi hatasından ders alır. Onun için de zarar yok. İnsan hata yapar, sonra da kendisini toplayarak yeniden başlar."
Koğuştaki odam: demir karyola, başında bir küçük demir masa. Yerde kırmızı muşambalar. Çırılçıplak mavi duvarlar. Üstümde bir entari ve bir robdöşambr; kolları uzun geldiği için kendimi bu odada, bu robdöşambr içerisinde de yadırgıyorum. Hep gittiler. Yapayalnızım. Çıt yok. Oda ya şimdiye kadar hiç tanımadığım yabancı bir akşam giriyor.
“Uyandığımda sertleşmiştim, Güneş kasıklarımı yakıyordu. Kalktım ve yüzümü fıskiyede yıkadım. Hava hâlâ sıcak ve nemliydi. Asfalt pelte gibi olmuştu, sinekler insanı ısırıyorlardı, ortalık çöp kokuyordu. Etrafıma boş gözlerle bakarak el arabalarının arasında gezindim. Bütün bu süre zarfında inmek bilmeyen bir sertlik yaşıyordum, fakat aklımda
— Neden elimi öpüyorsun? (Yanakları hafifçe kızardı). Gülerek ve iki elini de uzatarak devam etti.– Peki, öp öyleyse. –Ellerinden birini kurtardı ve Ordınov’un sıcak alnına koydu, karışmış saçlarını düzeltmeye başladı. Yüzü gittikçe kızarıyordu, sonunda yatağın yanında yere oturdu ve yanağını Ordınov’un yanağına dayadı; ılık, nemli soluğu
BEKAR BİR ARİSTOKRAT
Bayan Storner’i muhakkak bir ölümden kurtardıktan sonra Baker Street’teki evimize döndük… Ertesi sabah aklıma, bir zaman yüksek sosyete dedikodu konusu olan Lord St. Simon’un evlenmesi olayı geldi. Bu evlenme ve neticesi, artık konuşulmuyordu. Unutulmuştu… Yeni yeni öyle rezaletler patlak vermişti ki, dört sene önceki bu
Söz konusu yazı, Yesari'nin vefatından sonra, 1966 yılında 32 sayfalık bir fasikül halinde basıldı. Yesari, kitabında "nasıl mason olduğunu" anlatıyor ve orada da kafatası karşımıza çıkıyordu:
Bir gün arkadaş: -'Gidiyoruz.' dedi. Beyoğlu'na geçtik. Parmakkapı taraflarında dar bir sokağa saptık; yürüdük, gene saptık: