Ey kör! Aç gözünü de düşlerden uyan. Simurg'u göremesen de bari küçük bir serçeyi gör. Kaf Dağına varamasan bile hiç olmazsa evinden çıkıp kırlara açıl; böcekleri, kuşları, çiçekleri ve tepeleri seyret.
Eve alınması mutlaka "gerekli" eşya için karılarına surat asmaktan usanmış kocaları, ev ihtiyaçlarını hayatın merkezi sanan dar görüşlü ev kadınlarını, ev eşyalarında hiç bıkmadan yenilik ve değişiklik yaparak hayatlarını renklendirdiklerini sanan ve belki de hayatlarında sadece bu alanda ilerleyen aileleri, yeni kuracakları yuvayı döşemekten anlaşılmaz bir tat çıkaran nişanlıları, kafeslerine delice meraklı, kafesleri için durmadan para ve ekmek tüketen tutsak kuşları, hem alışveriş edip hem de bundan şikâyetçi olanları ayırt etmiyordu mağaza müdürü.
Ben bir kalem olsaydım eğer, gelip parmaklarına yaslanır, sana ipil ipil yanan yıldızlar çizerdim. Ben bir yıldız olsaydım, kim bilir kaç köşeli… Belki de Küçük Prens’in yaşadığı yıldız ben olurdum. Küçük Prens, başka gezegenlere gittiğinde, çiçeğinin bütün nazına katlanır, ona bakmaktan usanmazdım.
Ben bir çiçek olsaydım, bir tutam fesleğen olurdum mutlaka. Geceleyin esen bir rüzgâr, kokumu alıp uçurur, senin yanına getirirdi.
Ben bir rüzgâr olsaydım, en çok gece bekçilerinin şapkalarını uçurmayı severdim. Bir de ağaçların arasından geçerken, yaprakların çıkardığı sesi…
Ben bir ağaç olsaydım, çok yapraklı bir ağaç olmak isterdim. Dallarıma konan kuşları, avcıların silahlarından saklamak için isterdim bunu. Bir bunun için isterdim.
Ben bir silah olsaydım, kuşları hiç vurmazdım. Ölürdüm yine de vurmazdım...
Gördüğüm her şeyi rahatça unuturum. Bir yüzün çizgilerini, hatta gözlerin rengini bile bir türlü öğrenemem. Fakat, Alissa'nın tebessümündeki
hüznü ve gözlerinden büyük bir kavisle ayrılan kaşlarını hatırlayabiliyorum.
Benzerlerini asla görmedim; yahut hayır... Dante zamanından kalma bir Floransa heykelciğinde... Öyle sanırım ki, Beatrbc'in çocukluğunda, böyle gayet geniş kavislenmiş kaşları vardı. Bu kaşlar bakışlarına, dolayısıyla bütün varlığıma aynı zamanda hem kaygı hem güven veriyordu. İhtiraslı bir sorgu hali...
“Bir sözün yüz yüzü vardır” dedi Pir Hacı Bektaş.
Peki insanın kaç yüzü vardır Hünkarım?
Pir, “çar darp” yapardı. Yani; kaşları, saçları, sakalları traşlıydı. Gür bıyıkları vardı.
Üstünde yarım-yamalak, eski kıyafetlerle gezerdi.
Oysa zamane ehli onu farklı surette resmediyorlar. Çünkü onlara göre öyle olmalı… Zaten suretperestler insanın özüne