Tarih boyunca yaşanan salgınları hep ölüm, hastalık, çılgınlık, Tanrı gazabı olarak nitelendirdik. Oysaki her salgın toplumun dinamikleri oynayan, değiştirilemez denilen düşüncelerin ve yapıların enikonu değiştiğini gösteren birer devrim değil midir? Bir de böyle düşünmek lazım. Ben en azından kitabı okurken böyle düşündüm. Camus'un "Veba"'sı, Marquez'in "Kolere Günlerinde Aşk"ı ve tabiki Saramago'nun "Körlük"ü akla geliyor. Çürümüş yönetimler, yozlaşmış din adamları, sömürülen ve ölümü bekleyen bir halk...
Jean Teule "Dansa Davet" yaşanmış bir hikayeden yola çıkarak çok önemli bir tarihi dönemi anlatıyor aslında. Almanya'da Luther'in Katolik inancı eleştirdiği ve hızla yayıldığı bir dönemde, maddi gücünü kaybetmek istemeyen bir yönetimle ilahi gücünü kullanarak zenginleşen Katolik kilisenin çaresizliği anlatılıyor. Yönetim insanları yasalarla ve cezalarla korkutarak yola getirebiliyorken, Kilise aforoz etmekle ve sonsuz cehennemle korkutarak halkı disipline edebiliyordu. Halbuki çılgınlar gibi dans eden bir halk ne yasaları ne de cehennemi umursuyordu... Gerçek hikayeye baktığımızda kimse bu insanların aylarca neden dans ettiğini ve birden bire salgının nasıl sona erdiğini anlayamamış. Ama anlaşılan bir şey varsa o da bazı şeylerin eskisi gibi olmadığı...
Kitabın son cümlesi bence ilgi çekici "Elli dört yıl sonra Aziz Bartolomeus Katliamı yaşanıyor." Kitabı okuduktan sonra o meşhur katliamı bir araştırın ve ilginizi çekerse Michel Zevaco'nun o müthiş üslubuyla yazdığı "Pardaillan" serisini okuyun.