Çürükdere yerleşim birimine adını veren dereyi besleyen sular, yerleşimin güney ucunda yer alan Katran Dağı’ndan (1134m.) çıkar. Yaz kış gümüş renginde akan sularıyla dere, güneyden kuzeye doğru, küçük şelaleler, gölcükler de oluşturarak kıvrıla kıvrıla, yaklaşık beş bin metre aktıktan sonra Göksu’ya karışır.
Çürükdere Vadisi’nin doğu sınırını
Günler ömrümü iteler
Maviler içinde okul bahçesi
Kalemi ilk tutuş, ilk harf
Sonra ilk adımı yazışım
İlk şiir, Öğretmenim Canım Benim
Ardından On Kasım, Yirmiüç Nisan
Bana hiçbir duygu vermeyen
Nedensiz şiir bağırmaları ...
Yaz ortasında kara kış bastırmıştı; haziran göklerinden lapa lapa kar dökülmüştü; olgun elmalar buz tutmuş, açmış gülleri kırağı vurmuştu. Yemyeşil tarlaların üzerinde buzdan bir kefen vardı. Dün gece çiçeklerle renk renk olan kır yolları bugün üzerinden ayak yürümemiş karlarla kaplıydı; dün tropik bahçeleri gibi yemyeşil, mis kokulu dalgalanan korular şimdi Norveç’in kar altındaki ormanları gibi ıssız, yaban uzanıyordu. Bütün umutlarım sönmüştü... Gözle görülmez bir lanete uğramışçasına.
Radyo alçakgönüllüydü, vakurdu, inatçıydı ama yeni değildi. Televizyon ise hayatımıza ağır bir vaka olarak girdi; radyoyu, kardeşi doğunca ihmal edilen büyük çocuğa benzetti. Şımarıktı, kaprisliydi ve çok çekiciydi. Televizyonla birlikte özellikle küçük şehirlerde hayatın ağır ritmi değişti, alışkanlıklar terk edildi. Yazın evlerin bahçeleri boş kaldı. Çay bahçelerinde oturup dondurma yiyenler azaldı. Kış gecelerine tat veren akşam oturmalarından vazgeçildi, komşular bir araya geldiklerinde ortaya çıkan iskambil kağıtları çekmecelerde unutuldu, sinemalar kapandı, kızlar nakışlarını gündüz işler, babalar gazetelerini "dairede" okur oldu. Ağır, ama kendine göre lezzeti olan bir yaşama biçimi, siyah beyaz bir ekranda değişen görüntüler belirler oldu.
Radyo alçakgönüllüydü, vakurdu, inatçıydı ama yeni değildi. Televizyon ise hayatımıza ağır bir vaka olarak girdi; radyoyu, kardeşi doğunca ihmal edilen büyük çocuğa benzetti. Şımarıktı, kaprisliydi ve çok çekiciydi. Televizyonla birlikte özellikle küçük şehirlerde hayatın ağır ritmi değişti, alışkanlıklar terk edildi. Yazın evlerin bahçeleri boş kaldı. Çay bahçelerinde oturup dondurma yiyenler azaldı. Kış gecelerine tat veren akşam oturmalarından vazgeçildi, komşular bir araya geldiklerinde ortaya çıkan iskambil kağıtları çekmecelerde unutuldu, sinemalar kapandı, kızlar nakışlarını gündüz işler, babalar gazetelerini "dairede" okur oldu. Ağır, ama kendine göre lezzeti olan bir yaşama biçimi, siyah beyaz bir ekranda değişen görüntüler belirler oldu.
Ama Teğmen Tavlı yaşıyordu daha ve belleğinden henüz silinip gitmemiş sıcacık anılarıyla kendi kendisini ısındırmaya çalışıyordu: açık ovanın ortasında ve üzerlerine dökülen reflektörlerin soğuk ışıkları altında değil de Salgır'ın kıyısında ve güneşin sıcacık ışınları altında yattığını görüyordu; Çukurca'nın bahçeleri içinde gezindiğini görüyordu; okulun bahçesindeki salkım söğüdün gölgesinde oturduğunu görüyordu. Arada teyzesi geliyordu Teğmen Tavlı'nın yanına. Kış gününde eski evden çıkarlarken küçük İzmail'in boynuna yün şalını bağlayan teyzesi... Eşikte fötr kalpağını İzmail'in kulakları üzerine çekip sıkıştıran teyzesi... Sen benim oğlum oldun gayri demek istercesine gülen gözleriyle İzmail'in gözleri içine bakan teyzesi. Sonra da teyzesine yazdığı mektupların sonuncusuna eklediği iki kelime gelip takılıyordu aklına:
Ben ölmeyeceğim.
İçlenme, tabiattaki yekpare kederden,
Yas tutma, dağılmış diye kuşlarla çiçekler:
Onlar dönecektir yine gittikleri yerden,
Onlarla giden günlerimiz dönmeyecekler!
ancak bir cümleye vardırdım cesedimi
çünkü bu tenimdeki kıran
bu kış bahçeleri, örtük perdeler
ah evet, zamansız bir çölün kumu
bu dinmeyen uğultu
durmadan âzâr soyunduğum bir fiil içindi:
anla!
(Gazi Üniversitesi, Ziya Gökalp Sempozyumu,
Ankara, 8 Mart 2004)
Seksen dört yıl önce, 25 Ekim 1924 tarihinde, Büyükada'daki
evinden sedyeyle getirildiği Taksim-Harbiye arasındaki Fransız
Hastanesi'nde öldü. Kesin bir tanı konulamamıştı, bir süredir devam
eden hastalığına aksi olsaydı bile ülkenin ve adı geçen sağlık
kurumunun o günkü
Kaybettim hergün sensizlikle savaşımı
Sensiz nefes alsamda hayattayım hala
Heryerim kanrevan olmuş bu bahtsız savaşda
Sen yeni sayfalarını karalasanda
Ben unutmadım daha
Dahası kara kış dahası yaz da olsa
İçim en güzel çiçek bahçeleri sana.
İçlenme, tabi’attaki yekpare kederden,
Yas tutma, dağılmış diye kuşlarla çiçekler:
Onlar dönecektir yine gittikleri yerden,
Onlarla giden günlerimiz dönmeyecekler!