Size farklı ve çok özel bir romandan bahsedeceğim. İnternetten kolayca erişileceği için konusunu, kişilerini anlatmak istemiyorum. Daha çok bıraktığı izler ve yarattığı soru işaretleriyle ilerleyeceğim.
Her şey bir tesadüf mü? Tüm varoluş, minik bir ihtimalin gerçekleşmesi sonucunda mı oluştu? O kadar da biricik değil miyiz yoksa, yaratılan her şey insan için değil mi? Kitabın istediği temel şey belki, sorgulamak. Bu yüzden şöyle diyor: “Düşünsünler istedim sadece, biraz düşünsünler. Gerçekten inanmak istiyorlarsa, önce sorgulasınlar istedim.” Tam da bu sebeple yazarın değindiği konular, onun düşünceleri, kendi inançlarımızla birlikte bir düşünce cengine çıkıyor. Kazanan ya da kaybeden yok. Önemli de değil zaten. Önemli olan tek şey düşünmek. Ve bunu da felsefe, fizik, tıp, metafizik dalları ile ölüm-yaşam, zaman, hiçlik, varlık, kavramlarıyla yaptırıyor yazar.
Geçmişte yazılmış ve gelecekte yazılacak tüm kitapların olduğu bir kütüphaneye girip kapıyı sürekli açık olmasını engelleyemeden kilitliyoruz. Açlık ile yazarların zihnine hücum ederken, bilginin özgürlük mü tutsaklık mı olduğu ikilemine düşüyoruz bu sefer de. Sahi, bilgi özgürlük getiriyor mu? Yoksa bu konuda cahilliğin birkaç adım gerisinde mi kalıyor?
Peki ya özgür irade? Belki de özgür iradeye sahip olduğunu düşünen ama yazılanları oynayan kuklalardan başkası değiliz.
Bir kardiyoloji doktoru olan Gültekin Karakuş tarafından yazılan Algı Kalesi özellikle sonu ile beni mest etti.
Kim bilir belki yazdığım bu satırlarla birlikte tüm hissettiklerim de benim farkında olmadan canlandırdığım bir senaryodan, bir yanılsamadan başka bir şey değildir.