Neden daha önce okumamışım ki diye üzüldüğüm “İlk Öğretmenim”, Aytmatov’la tanışma kitabım oldu. Oldukça kısa ama o kadar samimi o kadar içten bir hikayesi var ki içime işledi resmen.
Küçük bir kız çocuğu olan Altınay anne babasını kaybetmiş ve amcası ile yengesinin yanında yaşamakta. Tahmin edileceği üzere evde hor görülen kötü davranılan bir yaşamı var. Günlerden bir gün köye gelen Düyşen isimli genç, köylülerin itirazlarına rağmen tüm çocukları toplayarak onlara öğretmenlik yapmaya, tüm bildiklerini anlatmaya çalışıyor. Tek istediği bu çocukların kaderini değiştirerek okuyan, iyi yerlere gelen birer insan olmalarını sağlamak…
(Arka kapak)
Yaşamlarını göçebelikle, basit tarım ve hayvancılıkla sürdüren komünal topluluklar halinde örgütlenmiş Kırgız toplumu, aniden sökün eden Bolşevik Devrimi’nin ardından yepyeni bir dünya hayal etmeye koyulur. Başlangıçta bu hayaller sınırlı sayıda bireyin, hatta bazı durumlarda tek bir bireyin hayalleridir. Ve dirençle karşılaşır. Ama paylaşılıp desteklendikçe tüm toplumu değiştirir ve dönüştürür. Tıpkı İlk Öğretmenim ’de olduğu gibi…
Düyşen, devrim ideallerine inanmış bir Kırgız gencidir. Savaş sırasında edindiği sınırlı eğitim onu kökten değiştirmiştir. Yaşadığı köyde asırlardır devam eden ataerkil geleneklere başkaldırır ve çocukların eğitim görebilmeleri için bir okul inşa etmeye koyulur. Şüphesiz ilk öğretmeni de o olacaktır bu derme çatma okulun. Hem köyün, hem kendisinin hem de tüm gelecek kuşakların kaderini değiştirecek olan bu girişim çok acılı ve hüzünlü bir hikâyenin de başlangıcıdır, bir destanın başlangıcı olduğu kadar!