İki alem vardır. İlki varlık alemi, ikincisi mana alemi. Varlık alemi gündüz gibidir, olanı bitini açıkça görürsün, kendini kolayca ele verir. Mana alemi ise gece gibidir, onu bulmak için mutlaka gönül ışığını yakmak gerekir.
Evreni karartan örtüye elimi uzatabileceğim, örtüyü birden çekip bilgelik ve merhametin yüzünü görüvereceğim günü bekleyerek büyüdüm. Yeryüzünün güç ve mülkiyet sarhoşu aptal tanrılarıyla boğuşayım istedim. İstedim ki dünyayı aşk ve cesarete mesken edenlere geri vereyim,
canı konuşmak istediğinde gayet güzel konuşuyordu fakat içindeki ışık, üzerine onulmaz bir karanlık gibi çöken o umursamazlık bulutunu nadiren delip geçebiliyordu.
Yaşanan her şey zamanla soluyordu. Öyle bir soluyordu ki belli belirsiz bir iz bırakıyordu arkasında.İnsan bu ize bakıyor ama yaşandığından emin olamıyordu.
- o nasıl iştir öyle, kişioğlu kimi beklediğini bilmez mi ?
- aklını başında taşıyan, kimi beklediğini bilir , ama aklını gönlüne hapseden, kimi beklediğini nereden bilsin
'' nasıl bir ışık o ? ''
'' nasıl bir ışık olduğunu bilemem. O çok kızar da, bir şey yapmaya kalkarsa gözlerinde iğne ucu gibi ışıklar çakar. İşte o ışıklar çakınca da İnce Mehmedi bir daha kimse zapt edemez.''
Gönüllü unutkanlık korkunç bir şey. Bugün herkes gönüllü unutkanlıktan medet umuyor. Evet, gönüllü unutkanlık, bugün ilan edilmemiş bir resmî ideoloji. Bu ideoloji rahatlatıyor, geçmişte yapılan büyük hataların yükünü azaltıyor, vahşeti unutturuyor, belki ulusal gururun incinmesini önlüyor ama insanları hakikatten uzaklaştırıyor.Gerçekle yüzleşmemizi engelliyor. Fakat biz ondan kaçsak da onu yok saysak da hakikat orada duruyor. Kabul etmesek de kurbanlar ve katiller var. Üstelik unutursak, yeni kurbanlar ve yeni katiller olacak:
Yataktan çok yorgun bitkin kalktı. Bütün yorgunluğuna, içindeki bütün karanlığa karşın, yüreğine bir yerlerden bir ışık, bir aydınlık sızıyordu. Yüreğindeki kasveti dağıtan şeyin kendi de farkında değildi. Bu sevinç, bu sıcak ışıktan ileri geliyordu. Bu ışık nedendi ?