Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Çalışanlar öğle yemeği için dışarı çıkmaya başladılar. Ortalıkta kimse kalmamıştı. Masaları dolaşmaya ve modern zamanların, kapitalizmin ilmihal kitapları olan kişisel gelişim kitaplarını toplamaya başladım. Bir masanın üstüne yığdım topladıklarımı. Çeşit çeşit, renk renk, arkalarında pislik tiplerin fotoğrafları olan süslü kitaplar. Bir masanın üstüne ne kadar kitap bulabildiysem yığdım. Aralarına ekonomi dergilerini de kattım. Masanın üzerinde dağ gibi yığılmıştı kitaplar, dergiler. Nil'in masasının çekmecesinde hiç eksik olmayan asetonu aldım. İyice boşalttım kitapların üzerine. Sonra bir kibrit ve ateş ... Alev alev yanıyordu kitaplar. Ateş tavana kadar yükselmişti . Alarmlar çalıyordu. Kapitalizmin kutsal kitapları ateşin buyurucu gücüne boyun eğiyordu. Kişisel gelişim yaygaraları birer birer son buluyordu. Alevler yüzümü ısıtıyordu. Cervantes olsaydı, yeni bir hikayeye başlayabilirdi. Kirpiklerime kırlangıçların konduğunu fark ettim. Gülümsüyordum. Dışarı çıktım.
Her yerde aynı piramit yapısı, yarı kutsal bir öndere tapınma, sürekli savaşa dayanan ve sürekli savaşa hizmet eden bir ekonomi söz konusudur.
Sayfa 213Kitabı okudu
Reklam
“Biz gençlerimize ne millî eğitim, ne de dini eğitim vermek istedik. Oysa insanları kutsal gayeler uğruna seve seve ölüme gönderen duygular, din ve millîyet duygularıdır. Biz çocuklarımıza Türk ve İslam terbiyesi vermediğimiz gibi, çağdaş eğitimi de gereğince veremedik. Çünkü çağdaş eğitimin hedefi, en ileri milletlerin yaptıkları ve kullandıkları tekniği ve âletleri bizim de yapabilmemiz ve kullanabilmemizdir. Oysa biz ekonomi aleminde olduğu gibi, askeri alanda da çağımızın kullandığı aletleri (silahları) kullanamadığımızı gösterdik. Bilimin ölçüsü iştir. İş alanındaki başarısızlığımızla, bilimdeki geri kalmışlığımızı da ispatlamış olduk. O halde, ne uzman ne de bilgin yetiştiren yüksek okullarımız, ne de normal vatandaşları yetiştirmeğe çalışan yardımcı okullarımız, hiçbir fayda saylayamamışlar demektir.”
Kutsal
Kutsalın varlığı, her zaman orada olmuş bir eve ve her zaman var olmuş bir gerçeğe dönmek gibidir. Bir böceği ya da bitkiyi gözlemlediğimde, kuş cıvıltılarının ya da kurbağa vıraklamalarının senfonisini dinlediğimde, ayak parmaklarımın arasına giren çamuru hissettiğimde, güzel yapılmış bir nesneye baktığımda, bir hücre ya da ekosistemin olanaksızlık derecesindeki eşgüdümlü karmaşıklığını anladığımda, yaşamımda bir rastlantıya ya da sembole tanıklık ettiğimde, çocukları mutlulukla oyun oynarken izlediğimde ya da bir başyapıt ruhuma dokunduğunda gerçekleşebilir. Bu deneyimler sıra dışı olsalar da, yaşamın geri kalanından hiçbir şekilde ayrı değillerdir. Hatta güçlerini daha gerçek bir dünyaya, kendi dünyamızın altında yatıp ona nüfuz eden kutsal bir dünyaya bir anlığına pencere açmalarından alırlar.
Günümüzün kapalı ve ardında hiçbir yükümlülük bırakmayan para işleminin aksine armağan işlemi açık uçludur ve katılımcılar arasında sürekli bir bağ yaratır. Başka bir bakış açısıyla, armağan, veren kişiyi içine alır ve biz de armağan verdiğimizde kendimizden bir şey vermiş oluruz. Satılan malların onları satan kişiden ayrı, salt mülk olduğu modern ticari mal işlemlerinin tam tersidir bu. Farkı hepimiz hissedebiliriz. Size armağan edilmiş, nesnel olarak bakıldığında, satın alabileceğiniz bir şeyden ayırt edilemeyecek, ama size veren kişi nedeniyle eşsiz ve özel olan, çok değer verdiğiniz şeyleriniz vardır muhtemelen. Eski insanlar da bu şekilde armağanlarla birlikte sihirli bir niteliğin, bir tinin dolaşıma girdiğinin farkındaydılar.
Armağan, henüz kişinin kendisinden ayrı olmayan, kendisinden daha büyük bir şeye katılma yönündeki mistik farkındalığı pekiştirir. Benlik başka bir şeyi de içerecek şekilde genişlemiş olduğundan, rasyonel kişisel çıkar aksiyomları değişir.
Reklam
Her yerde aynı piramit yapısı, yarı kutsal bir öndere tapınma, sürekli savaşa dayanan ve sürekli savaşa hizmet eden bir ekonomi söz konusudur.
Sayfa 213 - Can Yayınları
Alman sosyolog Max Weber, 16.yüzyıldan 19. yüzyıla kadar çeşitli ülkelerdeki gelişen ekonomik başarı düzeyleriyle ilgileniyordu. Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu adlı eserinde Kuzey Avrupa ve ABD'nin alın yazısı, meslek ve iş ahlakıyla ilgili Protestan inançları yüzünden Güney Amerika ve Akdeniz'deki Katolik topluluklardan daha iyi durumda olduğunu iddia etti. Katolikler için kutsal hesaplaşma gelecekte gerçekleşecek bir olaydı: İnsan kurtarılmak için iyi bir hayat yaşamalı ve doğru eylemlerde bulunmalıydı. Ama Protestan öğretileri, özellikle de Kalvenist Protestanlıktan gelenler, kurtarılmaya yazgılı olanlar için önceden yapılmış bir "seçim" olduğunu, erdemli bir hayat yaşamanın o seçimin bir parçası olmanın sonucunda gerçekleştiğini iddia ediyordu. Bu dünyada yaptıkları onları kurtuluşa götürmeyecek, zaten cennete yazgılı olduklarını gösterecekti. İncil çok çalışmaya ve tasarrufa teşvik ediyordu, böylece Protestanlar geri kalan herkes lanetlenirken, bu özellikleri hayata geçirip kurtarılanlar arasında olduklarını göstermeyi hedefliyorlardı. Lüks şeyler almaları yasak olduğu için, karlarını tekrar işlerine yatırım yapmak için kullandılar.
Sayfa 139Kitabı okudu
Geleceğimizde İslam Var'dan Alıntılar - 20
Hz. Peygamber tarafından oluşturulan Medine Toplumunda mülkiyet anlayışı Roma anlayışının zıttıdır. Roma hukukunda mülkiyet, “kullanma ve kötüye kullanma” hakkıdır, jus utendi et abutendi. Mülk sahibi mülkü üzerinde takdir yetkisine, keyfi kullanım hakkına sahiptir. Bu ana prensip, Napolyon kanunnamesinin ve halihazırdaki bütün ekonomik
Çin'de Hristiyanlık, Musevilik, İslamiyet gibi ilahi dinlerin olmayışı Çin'i fetih ve Haçlı Seferleri gibi dinsel amaçlı askeri oluşumların dışında bıraktı. Müslümanların İslamiyet'i yaymak için savaşmayı teşvik eden cihat ve fetih anlayışının, Hristiyanların Kudüs gibi kutsal şehirleri ele geçirmeye dönük tutumlarının Çin'de ortaya çıkmasının gerekçesi yoktu. Çünkü Çin'in ele geçirmesi gereken Mekke ve Kudüs'ü hiçbir zaman olmadı. Herhangi bir din baskısının olması Çin toplumunun dış coğrafyalara olan ilgisinin azalmasında etkili oldu.
Sayfa 74 - Scala YayıncılıkKitabı okudu
Reklam
Sezar'a, Sezar'a ait olan şeyleri, Tanrı'ya da Tanrı'ya ait olan şeyleri verin. "Tanrı'ya ait olan şeyler" ne olacak? Böyle şeyler Sezar'ın denarius'u, yani O'nun sureti ve benzeri gibidir. O yüzden Tanrı'ya Yaratıcı'ya, verilmesini emrettiği şey, O'nun sureti, benzerliği ve cevheriyle damgalanan insan'dır. Mesih, insan damgasının denarius'unun O'nun Sezar'ına verilmesini emreder...
Tanrı'nın insanlıktaki ile sikke üzerindeki sureti bu bağlantının, ünlü "Sezar'ın Hakkını Sezar'a Ver pasajının belirli bir kabul tarihi ile mümkün (621: Luka 20: 21-25). Burada İsa para ve mülkiyete ilişkin söylem ile birlikte suret diline başvurur. Metnin anlamı yüzyıllar boyunca tercümanların kafasını karıştırdı.
Eusebios'un, Philon'un metaforu hakkındaki raporunda belirtiği gibi, bir sikkenin üzerine damglanmış emperyal suret ile insanlığın üzerine damglanmış Tanının sureti arasındaki bu kavramsal bağlantı, sonraki patristik teolojik düşüncede kabul görmüş ve yaygın olarak kullanılan bir mecaz hâline gelmiştir.
Romalılar bir imparatorun meşruyeti ile suretinin kutsallığı ve gücü arasında doğrudan ve gerekli bağlantıları kuran bir inanç ve gücü düzenlemeler sisteminde yer almaktadır. Nümismatik bağlamlarda bu ilişkiler emperyal sikkelerin sahteciliği, tahrif edilmesi veya eritilmesi etrafında gelişen mevzuatta ifade edilmektedir. Örneğin, 317'de Konstantin, üzerindeki imparatorluk portresi yüzeyinden daha küçük olduğu için madalyonun kenarını kesen herkes için ölüm cezasını uyguladı: Konstantin, Yüzümüz tüm solidilerde aynıdır ve aynı derecede saygıya layıktır ve bu nedenle tüm solidiler, üzerlerindeki suretin boyutu değişse bile aynı değeri taşır."
Bunun altında, hiçbir zaman seslendirilmeyen, ama söylenmeden anlaşılan ve göz önünde tutulan bir gerçek yatmaktadır: Yaşam koşulları üç süper-devlette de birbirinin aynıdır. Okyanusya'daki egemen felsefenin adı İngsos'tur; Avrasya'da buna Neo-Bolşevizm denir; Doğusya'da ise bunun Ölüme Tapınma diye çevirebileceğimiz, ama belki Özünden Geçmek de diyebileceğimiz Çince bir adı vardır. Bir Okyanusya yurttaşının öteki iki felsefenin ilkelerini öğrenmesine izin verilmez, tam tersine o ilkeleri ahlak ve sağduyuya yöneltilmiş barbarca saldırılar olarak lanetlemesi istenir. Aslında bu üç felsefenin birbirinden pek farkı olmadığı gibi, destekledikleri toplum düzenleri arasında da hiçbir fark yoktur. Her yerde aynı piramit yapısı, yan kutsal bir öndere tapınma, sürekli savaşa dayanan ve sürekli savaşa hizmet eden bir ekonomi söz konusudur. Dolayısıyla, üç süper-devlet birbirinin topraklarını fethedemeyeceği gibi, bundan bir yarar da sağlayamaz.
Sayfa 215 - Can Yay. (PDF)Kitabı okudu
238 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.