Burada sizlere hem kitap hakkında, hem o zamana ait, hem sonrasında yaşananlar için az biraz bilgi vereceğim. Umarım konu ile ilgili sizleri çok sık boğaz etmemişimdir? Evet, az uzun oldu ama böylesi bir eser de ancak böyle anlatılabilirdi diye düşünüyorum.
1925 yılında, hiperenflasyonun bitiminden kısa bir süre sonra Almanya'da, o günlerde sağcı
Hayat sonu mutlu biten masallar gibi değildir çoğu zaman. İyiler sonsuza dek mutlu yaşamazlar. Bazen çırpınırken görürsünüz onları; dev dalgaların arasında bir oraya bir buraya sürüklenirken, bazen öfkeli görürsünüz onları;haksızlığın kalp burkan acısıyla gözleri dolarken.Bir bakarsınız hınçları volkan olmuştur gökyüzüne taşar. Bi bakarsınız can
Bir kadının, kollarınızdayken bile, içine kapanabilmesine, sarıldığınız şeyin, bir uçurumun yüzeyi kadar erişilemez oluncaya dek büsbütün yok olmasına yol açan bu mucize nasıl bir şeydir?
Kitabı okurken Cemil Meriçle sohbet etmiş gibi hissettim. Bu tarz kitapları okumak dinlendirici oluyor.
O, "Gönlüyle muhafazakar, dehasıyla devrimci."
Bu eserde neler anlatmak istediğini size kendi ağzından konuşurmuşçasına özetleyeyim:
Yığın olma!
"Kaderimizi çizen toplum, ama ona teslim olunca yokuz,
İnsan yaşamı belirgin olmayan bir deneyim.Yalnızca sayısal açıdan ele alındığında olağanüstü bir oluşum.Bireysel olarak ele alındığındaysa öylesine uçup gidici ve öylesine yetersiz ki herhangi bir şeyin var olabilmesi ve de gelişebilmesi gerçekten bir mucize.
Tüketmeye çok meraklıdır insan, başta kendini sonra verilen nimetleri hatta aşkı bile tüketir. Ona aşık bir kalbi bile tüketir, ona bahşedilen bu zenginliğin farkında bile değildir. Öylesine savurur bir başka söze...
Sözleri de tüketir insan zamanla oysa ben üreten insanları hep sevdim. Onlardan aldığım enerji hiçbir canlıda bulamadım. Bir domates üretin, bir aşk üretin, bir fikir üretin...
Üretmenin sonunda gözlerinizde oluşan ışığı görmek tüm yaşamı güzelleştiriyor. Mucize sizsiniz. Arkanıza önünüze bakmayın. Ellerinize bakın. Ve iyikisiniz.
Çocuk dünyaya getirmek kolaydır. Büyütmek ise zordur. Bir çocuk güzel bir evde büyümeyi, iyi giyinmeyi, iyi yemekler yemeyi, iyi okullara gitmeyi ve sorumluluk sahibi birer anne babasının olmasını ister. Unutmayın dünyaya gelmek onların seçimi değil. Onlar masum olarak dünyaya gelirler. Ve gönül ister ki hep masum kalsınlar. Bu noktada küçük Frank'ın hikayesine bir göz atalım isterseniz... Çocuk ve yoksulluk anlatılıyor bu kitapta...Mucize çocuk Frank, İrlanda'nın yoksul mahallelerinde büyümeye çalışır ve 6 yaşlarındadır. Çok çocuklu bir ailesi vardır. Frank paçavralar giyerek, ateş yakmak için sokak kenarlarından kömür toplayarak, yoksulluğa ve açlığa katlanır. Annesi ev kadını ve babası ayyaştır. Babası içer içer ve geceleri barlarda sabahlar. Ayyaş adam eve para getirmez. Angela ise çoçuklarını yaşatmaya çalışan fedakar bir annedir. Sayıları yirmilere varan çocuklar dünyaya getirir ve çoğu ölür. Frank tüm bu sefalete rağmen hayatta kalarak büyür ve Amerika'ya gider. Küçük Frank sonunda öğretmen yazar olur ve kendi hikayesini bu kitapta anlatır. Roman baştan sona dramatik bir yapıda olmasına rağmen dili oldukça neşeli. Küçük Frank ayyaş babasını gülerek anlatıyor. Romanın dili sade ve akıcı. Gerçekçi bir roman hatta gerçeğin ta kendisi. Ben okurken çok duygulandım ve Frank'in yaşam mücadelesinden çok etkilendim Romanı okuyun, eksik kalmayın diyorum...İyi okumalar.