Yirmili yaşlarında bazen arkadaşlarına bakar ve muazzam bir hoşnutluk hissine kapılır, etraflarında dünya dursun, her şeyin hassas dengede kaldığı ve onlara karşı sevgisinin mükemmel olduğu o andan hiçbiri bir yere kımıldamasın isterdi.
Bozuk bir plak gibi günlerin bu tekdüze tekrarında
Büyürken ömrümüzün güneşe çıkmamış boşlukları
Öldüğünü duyarız acıyla içimizde bir yerlerde
Yaşama sevinci veren o eski, o ince duyguların
Julia sorgulayan gözlerini Clay'e sabitlemişti. Onun uzun mesafeli bir ilişki istemeyecek bir adam olduğu- na emindi aslında. Ama Sabrina'yla uzun yıllar bera- ber olduğunu söylediğine göre, gözü dışarıda, çapkın bir adam da değildi herhalde. Julia, Clay'den tam ola- rak ne istediğini bilmiyor olmakla birlikte, bildiği tek bir şey vardı ki o da onu tekrar görmek istediğiydi. Clay, onun dünyasını birden fazla şekilde sallamıştı. Ona yaşattığı zevkle, onu güldürmesiyle, nazik ve yu- muşak haliyle. Zaten asıl problem de buydu işte. Clay, onun için fazla iyiydi. Julia, bu potansiyele karşılık verebilecek kadar sağlam adımlarla basmıyordu yere. Biri veya her ikisi de bunun sonunda üzülecekti.
Ama yeterince problemi olduğunu düşünerek his- settikleri hakkında aniden dürüst olmaya karar ver- mişti. "Bunu ben de isterim," dedi hiçbir art niyeti ol- madan ve dalga geçmeksizin. "Ama ben ülkenin öteki ucunda yaşıyorum."
"Bunun farkındayım ve seni tekrar tekrar görmek isitiyorum. Görüştüğün başka biri yok, değil mi?"
Julia gözlerini devirdi. "Hayır, tabii ki yok. Ben bu- nu yapacak biri değilim."
"Ve muhtemelen benimle olmaktan keyif alıyorsun?"
"Belli ki."
"Cadılık hakkında yanılıyorsun," dedim ona. "Cadılık nefretten doğmuyor. İlk büyümü Glaukos'a olan aşkımdan yapmıştım."
Vizon sesini karşımdaymışçasına duydum. Babama başkaldırıyla yapıldı o büyü, seni küçümseyen ve arzularına kavuşmaktan alıkoyan herkese başkaldırıyla.
Kızgınlığımı ve çaresizliğimi anlatamam size. Yine de benimle empati kurmaya çalışın: Bir insan için bütün yaşamınızı bir kenara itiyorsunuz, o ise kayıtsızca elinin tersiyle kovduğu bir sinekten daha fazla değer vermiyor size.
Ne yapsanız çaresiz
Kendinizden sonraya kalmayacaksınız
Zaman yenecek sizi
O telaşsız bilge, o silahsız güç
Silecek yüzünüzden kibrinizi
Hükmünüz ömrünüzle sınırlı olacak
Öldüğünüz gün unutulacaksınız.
Şebnem ,İstanbul, Türkiye,dünya,galaksi,uzay senin olduğun yerden başlıyordu neredesin ? Bütün şarkılarda senden bahsediyormuş,onu fark ettim.Ezelden beri o nazlanan senmişsin.
Bizden adını belki de hiçbir zaman koyamadığımız bir şeyleri koparan tüm insanlarımızla paylaşmıştık... O gecelerde hiçbir kitaba alamayacağımız tarihlerimizi de yazmıştık... O bunu biliyordu... O bunu kim için, kimler için yaşattığımı, her geçen gün biraz daha çok anlayabildiğim, anlayabildiğime inanmak istediğim bir eksiklik için yaşattığımı, yaşatmaya çalışacağımı biliyordu... O, tüm bunları bildiği için beni kendisine, yalnızca kendisine istemişti belki de... Kendisine, yalnızca kendisine... Daha çok kendim ya da daha çok kendimde olabileyim diye...
Peki Tanrı bilinemez ise, bu durumda onun bilinemez olduğunu nereden biliyorum? Bu durumda Tanrı'nın en azından bir özelliğini -bilinemezlik özelliğini- bilmiş olmuyor muyum? Ve eğer Tanrı'nın bir özelliğini bilebiliyorsam, bu durumda Tanrı bir nebze bile olsa bilinebilirlik seviyesine düşmüş olmuyor mu? O halde bilinemez olan Tanrı'nın gerçek Tanrı olduğundan şüphe etmem gerekmez mi?