. . .
ŞİİR-MİİR
K/aralamalar
(Not: Mükerrer kayıtlar, sâir hata ve düzenlemeler bir ara yapılacaktır inşallah, diyelim... Bu hususta okurlardan özür dileriz...)
Ölüm
bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü
razı olmuyor gönlüm.
Fakat
emin ol ki sevgili;
zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
Buz soğuğu bir tımarhane köşesi.
Karşımda sen. Saçların ortadan ikiye ayrılmış, yüzün biraz solgun, başın hafif öne eğik.
"Nasılsın Tezer?" diye bile soramıyorum.
Biliyorum. Konuşmak istiyorsun, izin vermiyorlar. Anlatmak istiyorsun, dinlemiyorlar. Oysa anlatacak ne çok şeyin var. Karşı çıkmak istediğin ne çok evler, koltuklar,
Yaz başlangıcıdır.
Sis ve gül baharı boydan boya geçmiştir çoktan ya, yolunuz epeydir kayıp. Her şey çok ağırdır, üstelik kurşun gibi ağırdır.
Editörün önerisi filan değildir; ama neden bilmem “Puşkin üzerine hafif bir yazı” yazmaya kalkarsınız. Yoksa kalabalıklar üzerinize mi gelmektedir?
Yağmur dökülürken bir bahçenin kıyısına, Boris
Ruhlar alemi her zaman ilgimi çekmiştir; çünkü, birçok kez paylaştığım gibi, cehenneme gittim. 22 Nisan 1933 cumartesi akşamı saat 19:30'du. Teksas'ın McKinney şehri, Kuzey Kolej Sokağı 405 numaradaki evin güney tarafındaki yatak odasındaydım. Büyükbabamın şömine rafı üzerindeki eski duvar saati 19:30'u gösterdiği an kalbim durdu
Yakarışım Sanadır Ey Rabbim!
Gecelerden sabahlara, karanlıklardan güneşlere doğru açılan yüreklerimizin perde aralıklarından süzülen nur katreleriyle geldim kapına!
Biliyorum, güllerden geçer sana giden yolları Yakarışlarla, dualarla, tahiyyatlarla bezenir.
Ey rahmetiyle kalpleri evirip çeviren, Sana kalbimi getirdim.
Ey kalpleri nuruyla
Stefan Zweig'in 48 sayfalık kısacık bir öyküsü.
Öykünün karakteri Madame de Prie'nin kralın gözünden düşerek malikanesinin bulunduğu Normandiya'ya gönderilmesiyle hikaye başlıyor.
Paris'in şatafatlı, hareketli hayatından bir anda sakin, yeşilin, tarlaların ve köylülerin arasında buluveriyor kendini.
İlk zamanlar Paris'in gürültüsünden sonra
Ana-Beyit mezarlığının bir efsanesi, Juan-Juanlar’ın bozkırı işgal ettikleri çağlara dayanan bir hikâyesi vardı: Sarı-Özek’i işgal eden Juan-Juanlar tutsaklara korkunç işkenceler yaparlarmış. Bazen de onları komşu ülkelere köle olarak satarlarmış. Satılanlar şanslı sayılırmış, çünkü bunlar bazen bir fırsatını bulup kaçar, ülkelerine dönerek
Gece midir gündüzleri yutan, gündüz müdür gecelerden sıyrılan? Aslolan gelmekler midir, yoksa gitmekler midir? Görüp de unuttuğum rüyaları değil, gördüğümü bile bilmediğim rüyaları merak ettim.