Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
"Bana öyle geliyordu ki, insanlar gerçekte görmedikleri şeyler hakkında pekala yalanlar uydurabilirlerdi."
Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Hz. Ali (radıyallahu anh)’ya “Mehir olabilecek bir şeyin var mı?” diye soruyor. Halbuki Hz. Ali (radıyallahu anh) küçüklüğünden beri Resûlullah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hane-i saadetinde yaşıyor, neyi var neyi yok Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bunu çok iyi biliyor. Bundan dolayı Hz. Ali (radıyallahu anh) “Bir şeyim yok.” deyince: “Zırhın nerede?” diye buyuruyor. Bir şey yok değil, var Ey Ali! Zırhın var, gücün kuvvetin var. Öyle yok demek olmaz.
Reklam
Nişan, örf ve adete göre, şeriatın sınırları aşılmadan yapılabilir. Bazen öyle nişanlara şahit oluyoruz ki, bir düğün gibi. Nişan töreni bir düğünden farksız değil; koca salonlar, yiyecekler ve büyük masraflar. Nişan elbisesi, gelinlikten farksız değil; düğün için yapılan ne masraf var ise, nişan için de o masraflar yapılıyor. Bazen bir nişanı görünce bunun düğün mü, nişan mı olduğunu anlamak için, hanım kızın üzerinde ki elbisesine bakılması yeterli olur. Gelinlik yoksa bu nişandır.
İçimde söylemek istediğim çok şey var sanki. Çok büyük şeyler. Bunları ifade etmenin yolunu bulamıyorum. Bazen öyle geliyor ki bütün dünya, bütün hayat, her şey içimde duruyor ve sözcüsü olmam için feryat ediyor. Hissediyorum… ama anlatamıyorum
Aşk öyle bir anarşik kuvvettir ki, serbest bırakıldığı zaman, yasa ve törenin koyduğu her türlü sınırı yıkar!
Her insanın iyi veya kötü yaptığı amellerin tamamı anında kayda geçmektedir. Kaydedilen bu ameller ahirette tek tek kişinin önüne serilecektir. Âyetin "bıraktıkları izleri yazarız" kısmından ölümle insanın amelinin etkisinin son bulmadığı anlaşılmaktadır. İyi bir iş yapan kimse yaptığı o iyiliğin devam ettiği müddetçe sevap kazanır. Kötülük de öyle. İşlediği kötülüğün etkileri devam ettiği sürece o kimseyi günah yazılır.
Sayfa 261 - Cilt 4Kitabı okuyor
Reklam
Biz ne garip adamlarız! Ahlaki çöküntümüzü ve manevi düşüşümüzü görebildiğimiz zaman, kendimizi düşüşten kurtarmak için azim ve gayret gösterecek yerde, miskinler gibi boynumuzu bükerek işi Mehdi’nin gelmesine bırakırız. Galiba ufacık bir genelleme ile Mehdi fikrini manevi alandan sosyal alana da taşıyarak bir “Siyasi Mehdi”, bir “İktisadi Mehdi”, bir “Sosyal Mehdi” bekliyoruz. Çoğumuzun millî ve vatani görevleri hakkıyla kendine mal etmediğine bakılırsa başka türlü bir sonuca varmak imkânı kalmıyor. Evet... bekliyoruz ki; bir siyasi Mehdi gelerek, bir üfürükle iç ve dış siyasetimizi düzenlesin, memurları meleklere gıpta ettirecek derecede ve Eflatun’lara taş çıkartacak şekilde bir çalışmaya sevk etsin. Bir iktisadi Mehdi gelsin de bize gizli hazinelerden milyarlar getirsin. Bir sosyal Mehdi çıksın da bizi şu hâlimizden daha mükemmel bir hâle soksun. Kısacası; öyle istiyoruz ki bizce hiçbir emek ve zahmet çekilmeksizin her şey kendi kendine yapılsın,olsun bitsin. Bu kafada gidersek yazık bize!
Postyapısalcı ve postmodern felsefeler başta olmak üzere, özellikle çağdaş fark veya farklılık düşüncesi söz konusu olduğunda akla gelen en önemli isimlerden birisi de kuşkusuz Jacques Derrida'dır. Öyle görünüyor ki, Derrida'yı bu bağlamda önemli kılan boyut, soyut ve kurgusal varlık ve hakikat anlayışlarının sağlamış olduğu hakikat konformizmini veya başka bir deyişle epistemik konforu, geliştirmiş olduğu metin okuma pratiği veya düşünme stratejisine bağlı olarak son derece dikkatli ve ihtimamlı bir düşünme biçimi içerisinde dağıtmak suretiyle, hem farklı düşünme ve felsefe yapma pratiklerine kapı aralaması hem de monolitik karakterdeki metafiziklerin fark veya farklılığa yönelik körlüklerini deşifre etmesidir. Kanaatimizce dekonstrüksiyonu "birden fazla dil", "ötekinin gelişine açıklık", "sınırda felsefe yapmak" ve "adalet" ile ilişkilendiren Derrida'nın nasıl bir düşünme pratiğine sahip olduğunun anlaşılması, bir yandan epistemik yollarla kuşatılması mümkün olmayan bir hakikat anlayışına sadık bir düşünme pratiğinin nasıllığının, diğer yandan da böyle bir düşünme pratiğinin ötekine veya farka yönelik nasıl bir etik-politik düşünüm sergileyeceğinin anlaşılmasına bağlıdır.
Sayfa 13 - Ketebe Yay. 1. Baskı: Mart 2020
"İnsan boşluğa düşermiş bir başkasındaki yaşamı seçtiğinde nasıl seçtiğinde. Her ne kadar öyle zannedilse de kendi hayatımızı yaşamayız aslında. Ne olduğumuz belirmez kendi ruhumuzda. Bir başkası veya başkalarında var olmaya gayret gösteririz. Onlara bırakırız iplerimizi. Bir kukla gibi oynatılmayı severiz bir zaman sonra. Kendimiz ile baş başa kaldığımızda işler değişmeye başlar. Tanımadığımız bir düşünce girdabı içinde buluruz kendimizi. Sevdiğimizi söyler dururuz karşımızdaki kişiye. O da sevsin de bizi var etsin kendinde diye ne kadar da çabalarız. Bundan değil midir tüm hayal kırıklıkları? Onda anlam buluyor sanırız onda var olduğumuzu düşündüğümüz şeyi görürüz aynalarda. Gün gelir onlarda olan ile onlarda olduğunu düşündüğümüz şey örtüşmeyince kızmaz mıyız onlara? Halbuki tek suçlu biz değil miyiz başkasında olmadığımız kadar var olmaya çalıştığımız için?
Ya canın sıkılıyor ya da bizi sabote etmeye çalışıyorsun: "öyle mi diyorsun?" "Evet. Sen hiçbir şeye uzun süre dikkatini vermezsin. Ve ben McCarthy'yi tanıyorum, iyi bir çocuktur. Komik ve tatlıdır. Senin için de sorun burada başlıyor. Senin gibi bir kadın için tatlı­lık yeterli değildir:"
Sayfa 15
Reklam
"Bir daha gülsene öyle." Bahar anlamadı, "Nasıl?" dedi. "Çok gerçekti," dedi Ozan. "Her zaman böyle gülmüyorsun." Farkında olmadan yine aynı şekilde güldü kız. Yanaklarında ince ince çizgiler belirdi. Ozan onlara dokundu "Bana İskeçe'de geçirdiğim zamanları hatırlatıyorsun. Huzurlu ve telaşsız sokakları. Bazı binalardan gelen Yunanca şarkıları. Evet, Yunanca şarkıları hatırlatıyorsun bana. En hüzünlüsünde bile kemençe, zurna ya da kaval olur hani. Hüzünlenirken bir anda coşarsın. Sen de öyle bir şeysin. Gülmekle ağlamak hep iç içe."
Sayfa 459 - Pukka Yayınları, Bahar, OzanKitabı okuyor
İyilik de, fenalık da, güvercinlerin bo­yunlarındaki tüylerin renkleri gibi, içiçe geçen ve morumsu olan­ların nerde başladığı, güvezimsi olanların nereye kadar devam etti­ği ve pembemsi olanların nerde bittiği hiç de belli olmayan, hat­ta, dahası, gelen ışıklara, geçen rüzgarlara uyarak, daima değişen ve kâh böyle ve kâh öyle gözüken şeyler değil midir? Bunların sı­nırlarını kim tespit edebilir; kim bilir, kim diyebilir ki iyilik dedi­ğimiz şeyler nerede biter, fenalık dediğimiz şeyler nerede başlar?
Sayfa 172 - 2023, Everest YayınlarıKitabı okudu
Sokaklar bana çok küçük gelmişti tabii ki. Çocukken gördüğünüz sokaklar daha sonra oralara döndüğünüzde hep öyle görünür zaten.
Sayfa 380 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okuyor
KUDÜS, ilelebet FİLİSTİN'İN başkentidir ve öyle kalacaktır.
İki Keşiş Issız bir dağda, Tanrı’ya tapan ve birbirini seven iki keşiş yaşıyordu. Bu iki keşişin pişmiş topraktan bir kasesi vardı; sahip oldukları tek şey de bu kaseydi. Bir gün, daha yaşlı olan keşişin kalbini kötü bir ruh ele geçirdi ve daha genç olan keşişin yanına gidip şöyle dedi: “Uzun zamandır birlikte yaşıyoruz, ayrılmak zamanıdır. Neyimiz varsa bölüşelim.” Bunun üzerine, daha genç olan keşiş hüzünlendi ve arkadaşına dedi ki: “Kardeş, beni bırakmak zorunda kalman kahreder beni. Ama mutlaka gitmem gerekiyorsa, öyle olsun.” Sonra toprak kaseyi getirdi ve “Bunu bölüşemeyiz, Kardeş, senin olsun, dedi. O zaman, daha yaşlı olan keşiş şu karşılığı verdi: “Sadaka istemem, sadece bana ait olanı isterim. Kase bölüşülmeli.” Daha genç olan keşiş cevap verdi: “Kase kırılırsa ne işimize yarayacak? Hediyemi gerçekten kabul edemiyorsan kura çekelim.” Yaşlı keşiş yineledi: “İstediğim yalnızca adalet, bana ait olan şeye sahip olmak isterim ben, kurayı göze alamam. Kase bölüşülmeli.” Genç keşişin öne sürebileceği başka bir sav kalmamıştı artık. “Gerçekten de istediğin bu ise, kasenin bölüşülmesini istiyorsan, kıralım bitsin bu iş “ dedi. Bunun üzerine, yaşlı keşişin yüzü karardı ve bağırdı: “Ey korkak melun, kavgadan kaçıyorsun ha!”
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.