"Yahu kız yavaş yavaş düzelecek işte, kimse sana ömür boyu sırtında taşı demiyor ki. Üstelik benim evladım olsa ben ömür boyu sırtımda da taşırım. Ne var bir süre ilgileniversen. Kız kaybolunca bayılıp duran sen değil miydin?"
Bu olanlara inanamıyordum. Teyzemin anneme söylediklerine, benim hakkımda bunların söylenmek zorunda olmasına inanamıyordum. Kalbim ağrıyordu. Bu nasıl bir kimsesizlikti?
"Benim bir hayatım var, sen de biliyorsun. Çalışıyorum, yeni yeni arkadaşlarım var, hem Özer'le daha yeni başladık..."
"Mesele bu, değil mi Nazan? Kız kayboldu bayıldın ayıldın, kendini yerlere attın! Sonra kız bulundu, bir yıl komada kaldı, hayatına baktın. Baktn ki hayatna biri de girdi, şimdi de sana yük gibi geliyor değil mi? Bu çocuğu dünyaya siz getirdiniz. Kendi kendine zorla senin rahmine girip sonra zorla oradan
çıkmadı. Siz yaptınız. İkiniz de ilgileneceksiniz. İkiniz de yanında olacaksınız. Bir daha ağzından böyle cümleler duymayacağım."
On yedi yaşındayken bir gün, Ankara Samanpazarından Kaleye çıkıyorum. Sağda, solda dükkanlar vardır. Yol Arnavut kaldırımı; daracık.
Yolumun tam tersinde, yukarıda yokuş aşağı yerde adamın biri bir kadını alabildiğine döğüyor. Kadın yere yıkıldı. Ben de çocukluğumdan beri -herhalde evde aldığımız terbiye gereği-, kadına ve hayvana karşı büyiik
22 Ağustos 1966'da Seyyid Kutub'a idam cezası verildiğinde, Assam el-Attar'ın kitabında anlattığına göre Kutub bu kararı tebessüm ve Allah'a ka-lvuşmanın verdiği büyük bir mutlulukla karşılamıştı. Muhammed Ali Benna'nın dediğine göre Seyyid Kutub'un asılmasına asıl sebep "Yoldaki İşaretler" adlı kitabı idi.
dark romance severim. ama bu kitap bambaskaydı. ay hic begenemedim. tek bir sahnesini bile severek, heyecanlanarak, yukselerek okumadım. kitapta tek bir karakteri bile sevemedim.
kitabın konusundan bahsetmeyecegim. oncelikle kadın karakterimiz rika. inanilmaz simarik, aptal, dusuncesiz ve cocuk zekaylıydı. ya kizi hep birlikte asagiliyolar,
"... Zina yapmayacaksın ne demek? Eşinin aşağılık biri olduğu ortaya çıkarsa ne yapacaksın? Önemli olan zina yapma gereği duymaman. Zina yapma gereğini duyduktan sonra, artık nefsine hakim olman için çok geçtir. İşte annen, annen zina yapmış olsa da ben onu affettim. Örneğin ben baban... Emir 'Babana ve anana hürmet edeceksin' demiyor mu, senin ne yapman gerekir? Ben uğursuzun, üçkağıtçının teki, bir hiç olsam da bana hürmet ermen mi gerekir? Ya da benim sana... Örneğin sen gülünç düşüncelere, gülünç davranışlara sahip, boktan bir kız olsan, normalde seni kızım diye tanıştırırken utanç duymaz mıyım? Bu ne demek? Sırf ben senin babanım sen de benim kızımsın diye her şey yolunda mı? Hayır, beni yargılayacaksın. Ancak böyle bana hürmet edersin, beni yargıladığın zaman. Şimdi, beni nasıl ve hangi ölçütlerle yargılayacağınsa başka bir sefer konuşacağımız büyük bir konu. Luizacığım, her şeye arada bir bakmalıyız. Hareketsizlik ölümdür, bataklıktır."
"- Dara geldin mi, Şerîat! Sus ulan iz’ansız!
Ne zaman câmi’e girdin? Hani tek bir hayrın?
Bir kızılbaşla senin var mıdır ayrın, gayrın!
Ağzı meyhâneye rahmet okuturken, hele bak,
Bana gelmiş de Şerîatçi kesilmiş... Avanak!
Hangi bir seyyie yok defter-i a’mâlinde ?
Seni dünyâda gören var mı ayık hâlinde?
Müslümanlık’ta Şerîat bunu emretmiş imiş:
Hem alır, hem de boşarmış; ne kadar sâde bir iş!
Karı tatlîki için bak ne diyor Peygamber:
“Bir talâk oldu mu dünyâda, semâlar titrer!”
İki evlense ne varmış! Bu yenir herze midir?
Vâkıâ ba’zen olur, dörde kadar evlenilir...
Bu kimin harcı, a sersem, hele bir kerre düşün!
Tek kadın çok sana emsâl olan erkekler için.
Hani servet? Hani sıhhat? Ne ararsan, mefkûd ;
Tamtakır bir kese var ortada, bir sıska vücûd!
Sen duâ et ki “Şerîat” demiyor evde karın!
Yoksa, boynunda bugün zorca gezerdin yuların!
Karı iş görmeyecek; varsa piçin bakmayacak;
Çamaşır, tahta, yemek nerde? Ateş yakmayacak.
Bunların hepsini yapmak sana âid “Şer’an!”
Çocuk emzirmeye hattâ olacak bir süt anan!
“Boşarım, evlenirim” bahsini artık kapa da,
Hak ne verdiyse yiyip hoş geçinin bir arada."
Vâreden’in adıyla insanlığa inen Nûr
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır âb-ı hayat
En müstesna doğuşa hâmiledir kâinat
Ne güzel bir giriş, dünyaya ne güzel bir geliş... Toprağı kirlerinden arındıran o Yağmur için, rahmet vadilerinin
"Allah 'Sadece beni sevin' demiyor, 'En çok beni sevin!" diyor. Ey âşık! Eğer Hakk'a ve hakikatine âşık olursan bil ki Hak ve hakikat de sana âşık olur. Aşkın Hak, Hakk'ın aşk olsun."
Latife Hanım-Mustafa Kemal evliliğinin gergin anlarından biri...
Sinirini yelpazesini avucuna vurarak gidermeye çalışan Latife Hanım, elini kanatır. Atatürk, tokat atmaya yeltenir.
Fakat Latife Hanım kendini müdafaa için elini siper etmeye kalkınca kanlı parmaklar Atatürk’ün yüzüne isabet eder...
Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatına giren
ya kırdığın gönlü...
Allah seviyorsa?
bilemezsin...
bilseydin ödün kopardı;
dokunamazdın.
dün zekiydim,
dünyayı değiştirmek isterdim.
ama bugün akıllıyım...
Her kitap insana mutlaka bir şeyler katar . Kimi gözünü açar kimi uzun zamandır uyuyan bir şeyleri uyandırır. Kimi ise bazı taşları yerine oturtur.
Sevme Sanatı taşların yerine oturmasını sağladı bende.
Bazı şeyleri tam anlamıyla ifade edemediğimi ama daha önceden bildiğimi ya da hissettiğimi farkettim aslında.
Murakabe; Allah'ı görüyormuş gibi ibadet etme alışkanlığı kazanmaktır.
Çünkü Rabbimiz; "Allah herşeyi gözetmektedir" buyurmuştur (el-Ahzab 33/33).
Cibril hadisinde de murakabeye işaret vardır. Cibril Hz. Peygamber (s.a.s)'e; "Bana ihsanı anlat" dedi. Rasulullah (s.a.s) de; "İhsan, Allah'ı görüyormuş gibi ibadet etmendir. Sen onu görmesen de O, seni görüyor" buyurdu.
Bu murakabe halini; insan, oruç ibadetini yerine getirirken farkında olmadan pek âlâ yaşıyor. Mesela bir hanım mutfakta yalnızken etrafında da kimse yokken yine de yemekten az dahi olsa tadamıyor çünkü orucunun bozulacağını biliyor. Çünkü Allah'ın onun yaptığı fiili gördüğünü biliyor. Bir erkekte öyle, her ne kadar kimsenin göremeyeceği sote bir yere gitse de, yine de ağzına bir şeyler atıp orucuna devam etmiyor. Çünkü Allah'ın onu daima gördüğünü biliyor.
Peki bu halimiz oruçtan sonra neden devam etmiyor?
Neden Allah bizi görüyormuşçasına yürüyemiyoruz sokaklarda ?
Neden Allah bizi görüyormuşçasına oturamıyoruz bir yerlerde ?
Daima murakabe halinde yaşamak için neyi bekliyoruz ?
Bunu başarabilmek için gayretimiz var mı ?
Oruç hala anlatamıyor mu sana acizliğini ?
Bak her gün yaptığın basit bir fiili, bir bardak su içmeyi bile Allah'ın izni olmadan yapamıyorsun bu kadar acizsin demiyor mu?
Peki nedir hala bu gaflet ?
Ölmeden, ölmeyecek miyiz ?