Gerçekçi yazar hem okuyucularına, hem yazış biçimine (kendi kendisine), hem de ele aldığı konuya karşı, yani her iki bakımdan gerçekçi bir davranış içinde bulunur. Okuyucularinin toplumsal durumlarını, mensup oldukları sınıfı, sanata karşı tutumlarını, günlük amaçlarını dikkate alır, kendi sinifsal durumunu denetler, işleyeceği malzemeyi özenle ve kollayarak arar bulur ve titiz bir eleştiriden geçirir. Okuyucuları bulundukları dünyadan çekip alarak kendi dünyasında yaşatmaz, kendisini herşeyin ölçütü kılmaz, hepsi birkaç etkileyici arka plan, biraz renk, birkaç akla yakın motifle yetinmez, gerçek konusundaki bilgisinin salt duyusal algılamalarindan çıkarmaz, pratiğin ve bilginin tüm olanaklarından yararlanarak doğadaki yasallıkları o türlü sergiler ki, bunların yaşam sınıfsal çatışma, üretim, çağımızın kendine özgü maddi ve manevi gereksinimleri bakımından oynayacakları rol açıkça görülebilsin. Ve yine gerçekçi yazar şematizmle, ideolojiyle, önyargılarla sürekli savaşarak tüm yönlülüğü, nüansları ve devingenliği içinde gerçeği kavrar. Sanatı, insanın pratiğe yönelik bir etkinliği görür; ilgili etkinliğin kendi özellikleri, kendine özgü bir tarihi vardır, ama başkaları gibi pratiğe yönelik bir etkinliktir; dolayısıyla, yazar sanatla öbür pratik etkinlikler arasında bir bağlantı kurar.