Bu kitabın elimde olması, kitap seçme sürecimin hala ne kadar rastgele ilerlediğini, ama aynı zamanda güzel sularda yüzdüğüm için rastgele döndüğüm yönlerin hep hoş bir yere çıkacağını gösterdi. Anlatayım. Kütüphaneye gittim. İki kitap aldım. Üçüncüsü ne olsun dye düşünürken aklıma Çehov geldi. Çok duyuyorum “Çehov tarzı hikayecilik” lafını. İnternetten neymiş baktım ama ortada bir tarz varsa, o tarz neyde ortaya çıkıyorsa ona bakmak daha iyi değil midir? Öyledir öyledir. İşte, bu düşüncelerle kütüphanedeki bilgisayarın arama kısmına ÇEHOV yazdım. Bu kısımda kütüphanedeki bilgisayarlardan bahsetmeden edemeyeceğim. Geniş bir dokunmatik ekran var ama altta bir de klavye ve mouse görevi görecek bir topçuk bulunuyor. Ben aşağıdan kullanmayı seviyorum çünkü tuşlar eski bir telefona aitmiş gibi. Metalden ve bastın mı hissediyorsun. Listede biraz gezindikten sonra Vişne Bahçesi’ni gözüme kestirdim. Açıp içine bile bakmamışım. Okumak için evde elime aldığımda fark ettim, bu bir oyunmuş.
İlk defa oyun okuyorum. Karakterlere alışmam biraz uzun sürdü çünkü herkesin iki ismi falan vardı. Uzun bir süre o evrende kalsam neyse de kitap zaten kısayken bu alışamam durumu biraz gerici oluyor.
Okurken gözünde tiyatro sahnesi canlanması güzel bir şeymiş. Oyuncuların yapacağı muziplikler bile gözümde belirdi. Ama yine de asıl güzelliğine kavuşabilmesi için oynanması, bir insanın sıcaklığını edinmesi gerekiyor sanırım. Çünkü birçok şey, doğal olarak, oyuncuya bırakıldığı için benim alışık olduğum karakter tanımlamaları, betimlemeleri yoktu.