Abi ben anlamıyorum…
Normalde bir insan bu kadar sevebilir mi?
Sevginin sınırı var mı?
Bir kadın bir erkeğe en fazla ne kadar bağlı kalabilir?
Neleri göze alıp, nelerden vazgeçebilir?
Bu gavurlar böyle soruları sormaya niye zorluyor bizi?
Okurken sevgisi uğruna, değil ona dokunduğunda birkaç saniyelik bakışmaların da dahi bütün uzuvlarını harekete geçiren bir adam uğruna, -hani nasıl derler; sevgi neydi?Sevgi emekti - vermediği emek, çekmediği sıkıntı, maruz kalmadığı aşağılanma, katlanmadığı dert, hepsinden öte yaşamadığı birbaşınalık hali kalmayan bir kadından bahsediyoruz.
Abi ben şahsen öyle bir bunalım ve sinir hali geçirdim ki, Zweig’ın kelimelerle insanı halden hale sokan bir yazar olduğuna bizzat şahit oldum.Her kitabını en az ikişer defa okuduğum bir yazarı ‘’Neden en az iki defa?’’ diye sorduğumda kendime cevabını gayet, basit bir şekilde verebildiğim de aşikar.
Adam yazmıyor abi.Adam okutmuyor!.Adam ‘’yaşatıyor!’’.
Seni alıyor Viyana’ya, Inssbruck’a, Ferdinant’ın villasına, ordan tipi şeklinde yağan kar eşliğinde bu saplantılı kadının yanına, sevdiği adamın evinin sokağa bakan kısmındaki pencereyi seyir eylemeye koyuyor.
Ya insan kitap okurken var olmayan, hayali, tamamen kendi kafasında tasarladığı, tasavvur ettiği bir karaktere mütemadiyen kan davalısı gibi bir düşmanlığı nasıl güdebilir?
Adam güttürüyor abi!
Üstünde münakaşa ve istişare edilmesi gereken o kadar çok şey var ki Zweig’a dair, sonu gelmez.
İkinci defa okuduğum bu ’’yaşanasıca’’ eseri imkanınız varsa fazla vakit kaybetmeden okuyun, okutturun.
Vesselam.