"Time, dear friend, time brings round opportunity; opportunity is the martingale of man. The more we have ventured the more we gain, when we know how to wait."
"Yes; but to wait surrounded by assassins and poisoners."
"Bah!" said Athos. "God has preserved us hitherto, God will preserve us still."
¢---⋆Σ
"Zaman sevgili dostum, zaman fırsatları da beraberinde getirir; fırsat insanın martingale'sidir. Ne kadar çok riske girersek, beklemesini bildiğimizde o kadar çok kazanırız."
"Evet; ama suikastçılar ve zehirleyicilerle çevrili olarak beklemek."
"Ah!" dedi Athos. "Tanrı bizi bugüne kadar korudu, yine koruyacaktır."
Ona sarıldım. Will Traynor, parlak şehir çocuğu, dalgıç, sporcu, gezgin, sevgili. Onu yakınımda tuttum ve hiçbir şey söylemedim. Aslında sessizce sevildiğini söylüyordum. Ah hem de ne kadar çok sevilmişti.
"I thank the God for having so arranged our lives that our dear Armand will never know that his mother, who adores him, belongs to the race that is cursed with the brand of slavery"
"Hayatımızı düzene sokan Tanrı'ya şükrediyorum çünkü sevgili Armand' ımız, ona tapan annesinin, kölelik ile lanetlenmiş ırktan olduğunu asla bilmeyecek. "
...bir adamın çerçevelenmiş siyah-beyaz fotoğrafı vardı. Kocası mıydı? Babası mı? Erkek kardeşi mi? Kaybolmuş bir sevgili mi? Resim 1930 ile 1970 arasında herhangi bir yıldan kalmış olabilirdi ama nedense adamın öldüğünden emindim...
Sayfa 231 - Koton Kitap, 1. Baskı: Haziran 2014Kitabı okudu
Sevgili Will,
İşte sen ve ben hastanelerimizde dertli dertli yatıyoruz. Sen acı çekiyorsun ben de kitapsız kaldım -Dr. Chilton bir tek bunu biliyor.
İlkel bir dönemde yaşıyoruz -değil mi Will?- ne vahşi, ne de bilge. Bu dönemin laneti yarım eylemler. Mantıklı bir toplum olsa ya beni öldürürdü ya da kitaplarımı verirdi.
Çabuk iyileşmeni dilerim ve umarım çok çirkin olmazsınn.
Seni sık sık düşünüyorum.
Hannibal Lecter
Ona sarıldım. Will Traynor, parlak şehir çocuğu, dalgıç, sporcu, gezgin, sevgili. Onu yakınımda tuttum ve hiçbir şey söylemedim. Aslında sessizce sevildiğini söylüyordum. Ah hem de ne kadar çok sevilmişti!
"Hayır, çok hoştu. Bu korkunç şehre geldiğimden beri duyduğum en güzel şeydi."
"Londra korkunç değildir," diye karşılık verdi Jem. "Ama şehri tanıman lazım. Bir gün benimle Londra'ya gelmelisin. Sana güzel yerlerini, sevdiğim kısımlarını gösteririm."
"Sevgili şehrimize övgüler mi düzüyorsun?" dedi bir ses. Tessa hızla arkaya dönünce, kapının eşiğine yaslanmış Will'i gördü. Koridordan gelen ışık, ıslak görünüşlü saçlarını altın rengine boyuyordu. Koyu renk paltosunun etekleri ve siyah çizmeleri çamurluydu. Sanki dışarıdan yeni gelmişti. Yanakları kıpkırmızıydı. Her zaman olduğu gibi yine şapka takmamıştı. "Sana burada iyi bakıyoruz, değil mi James? Şangay'a gitsen bu kadar şanslı olacağından şüpheliyim. Bir daha söylesene, orada bizleri nasıl adlandırıyordunuz?" "Yang Guizi," dedi Will'in ani gelişine hiç şaşırmamış görünen Jem. "Yabancı şeytanlar."
"Duydun mu Tessa? Ben bir şeytanım. Sen de öylesin." Will doğrulup odaya girdi. Yatağın kenarına oturup paltosunun düğmelerini açtı. Paltonun omuz kısmında zarif bir pelerin vardı, kenarına mavi ipek işlemeler yerleştirilmişti.
Ona sarıldım. Will Traynor, parlak şehir çocuğu, dalgıç, sporcu, gezgin, sevgili. Onu yakınımda tuttum ve hiçbir şey söylemedim. Aslında sessizce sevildiğini söylüyordum. Ah hem de ne kadar çok sevilmişti!
Lyra bu sevgili insanları görmeyeli sanki bir çağ geçmişti. En son, çocukları Hamhumlardan kurtarmaya giderken, Arktik karları içinde görüşmüşlerdi. Neredeyse utanıyordu ve el sıkışmak için elini kararsızca uzattı. Ama John Faa ona sıkı sıkı sarıldı ve iki yanağından öptü. Farder Coram da aynısını yaptı, ona uzun uzun baktıktan sonra sıkıca göğsüne bastırdı.
"Çok büyümüş, John," dedi Farder Coram. "Kuzey diyarlarına götürdüğümüz o küçük kızı hatırlıyor musun? Ona bir de şimdi bak. Lyra, tatlım, bir meleğin diline sahip olsaydım bile, seni gördüğüme ne kadar sevindiğimi anlatamazdım sana." Ama incinmiş görünüyor, diye düşündü, öylesine kırılgan ve bitkin görünüyor. Ve Will'in yanından ayrılmadığı, düz siyah kaşlı oğlanın onun her an nerede olduğunu bildiği ve fazla uzaklaşmasına asla fırsat vermediği ne Farder Coram'ın ne de John Faa'nın gözünden kaçtı.
Yaşlı adamlar Will'i saygıyla selamladılar çünkü Serafina Pekkala onlara Will'in yaptıklarını biraz anlatmıştı. Will ise Lord Faa'nın varlığının muazzam gücüne, nezaketle yumuşayan gücüne hayran oldu ve büyüdüğünde böyle davranmanın harika olacağını düşündü. John Faa bir sığınak, güçlü bir barınaktı.