Şeytan sadece Mina’da ikamet etmediğine göre, meselâ İstanbul’daki şeytanları taşlamak için gerekli taşları nereden bulacağız?
Mina dışında taşlayacak şeytanlarla nerede karşılaşacağız?
Ey talib, bu umutsuz boşluktan bizi çıkarabilecek geçidi nasıl bulacağız, diye soruyorsun.
İftar sofralarını protesto etmekle işe başla! Hani şu lüks restaurantlarda, beş yıldızlı otellerde, dindar haramzâdelerin sofralarında verilen o şa’şalı, o debdebeli, o tantanalı, o kallavî iftar sofraları var ya, önce nefsini o fısk dolu iftarlardan koru, o masalarda iftar yapmaktan utan, o iftar tarzının orucunun hakikatini bozacağından emin ol! Sonra o fısk sofralarına bir taş at da bak bakalım, şeytanın asırlardır açıkta kalan o tek gözü bu sefer gerçekten de kör oluyor mu, olmuyor mu?
Yapacağın en son şey, ey talib, şeytanı hafife almak olsun!
Şeytanını!
"Ağır hastalıklar, hayatla ölüm arasında bir menzildir; bu menzile ayak basmış olan kimse, çok defa, mevcut olan fakat göze görünmeyen esrarlı kuvvetin bir sözcüsüdür. Onun hesâbına konuşur, pazarlığı yalnız onunladır. Bu dünya; sağa sola bakmadan geçilecek bir köprüdür. Halbuki biz insanlar, iki sâhili birbirine bağlayan bu vîran geçidi bir ikâmet yeri zannederek yerleşmeye uğraşıyoruz; lâkin en beklemediğimiz zamanda bir dalga gelip bizi alıp götürüyor."
Tüm bilimsel olaylara ve entrikalara, tüm siyasi hesaplaşmalara ve tabii tüm deniz ve okyanus bilgisine karşın bu sefer Clive Cusler'dan zorlama bir kitap. Bir süper kahraman edası olan baş aktörümüz dünyayı kurtarıyor. Ne diyim olmamış bu sefer.
Şeytan GeçidiClive Cussler · Altın Kitaplar · 201434 okunma
‘’Gezegenin haddinden fazla kalabalıklaşması. Beş yüz, sekiz yüz, zaman zaman yiyecek üreten ülkenin metre karesine iki bin kişi- ve toprak kötü tarımcılıktan dolayı perişan olmuş durumda. Her yerde erozyon, her yerde mineralsiz kalmış topraklar. Ve yayılan çöller, küçülen ormanlar. Amerika’da, bir zamanlar eskinin umudu olan Yeni Dünya’da dahi aynı şey. Endüstrinin sarmalı yukarı doğru giderken, toprağın verimlilik sarmalı aşağı doğru gitti. Daha büyük ve daha iyi, daha zengin ve daha güçlü – ve sonra, neredeyse birdenbire, gittikçe daha aç. Evet, Şeytan bütün bunları öngörmüştü – açlıktan ithal yiyeceğe giden geçidi, ithal yiyecekten patlayan nüfusa ve tekrar açlığa. Tekrar açlığa. Yeni açlığa, daha büyük açlığa, kalabalık endüstrileşmiş emekçi sınıfın açlığı, parası olan, tüm modern konfora sahip, arabalar, radyolar ve akla gelen her bir aleti olan şehir sakinlerinin açlığı, bütün savaşların sebep olduğu açlık ve daha çok açlığın sebep olduğu tüm savaşlar.’’
Bu dünya; sağa sola bakmadan geçilecek bir köprüdür. Halbuki biz insanlar, iki sahili birbirine bağlayan bu viran geçidi bir ikamet yeri zannederek yerleşmeye uğraşıyoruz; lakin en beklemediğimiz zamanda bir dalga gelip bizi alıp götürüyor.
Derin bir boğazında Daryal Geçidi'nin,
Terek'in sisler içinde çırpındığı o yerde,
Kara bir eski zaman kulesi
Yükseliyordu kara bir kayanın üzerinde.
Bu upuzun ve dar kulede
Çariçe Tamara'ydı yaşayan:
Dilberliğiyle göksel bir melek
Grange'in kitaplarını okurken her sayfada "OHA" diye mırıldanıp, bir taraftan yazılan kusursuz olay örgüsünün tadını çıkarırken bir taraftan da beynimin arkalarında daima bu adamın coğrafya, genel kültür, tıp ve tarih bilgilerine ve her kitabının yazılma sürecindeki hazırlık çalışmalarına hayran kalırdım. Dünya coğrafyasına yayılan