“Nasıl da tuhaf, nasıl da anlaşılmaz oyunlar oynuyor alınyazımız bize! Acaba arzuladığımız bir şeye hiç kavuştuğumuz olmuş mudur... kavuşmak için var gücümüzü harcadığımız bir şeyi elde etmişliğimiz?”
“Keşke hiç olmasaydın şu dünyada, keşke sana hiç rastlamasaydım, keşke canlı bir varlık olacak yerde esinli bir ressamın yarattığı bir tablo olsaydın. O zaman resminin önünden hiç ayrılmaz, sonsuzcasına sana bakardım... öper, öperdim seni. Sonsuz güzel bir düş gibi seni yaşar, seni solur ve... mutlu olurdu. Başkaca hiçbir isteğim olmazdı hayattan. Uyurken, uyanıkken koruyucu meleğim olarak seni çağırırdım. Tanrısal, kutsal bir resim yapacağım zaman yine seni çağırırdım. Oysa şimdi... Ah ne korkunç hayat bu! Yaşıyor olmamın ne yararı var? Bir delinin yaşamının, ailesi ve bir zamanlar kendisini sevmiş dostları için hoş bir yanı var mıdır? Tanrım bu nasıl hayat böyle! Düşlerle gerçeklik hep çatışma içinde!”
“Sonunda tüm yaşamı düşler oldu, bu değişimle birlikte de gerçek âlemle düş âlemi yer değiştirdi sanki ve şöyle bir terslikle yüz yüze kaldı; uyanıkken uyuyordu, uykudaykense uyanıktı.”
“Hayır, sinekler değil, artık kelebekler geliyor ışığa. Kelebeklerden korkuyorum. Kısacık yaşamları, kocaman dev ağızları var onların. Rengarenk kanatlarının altında korkunç sırlar saklı.”