•
• Bir gün, Mecnun yine sarhoş gibi, deli-divane bir halde, “Leyla, Leyla” diye feryat edip gezerken, Leyla onun feryadını duydu, kalbi mahzun oldu ve:
“- Gideyim şu miskine kendimi bir göstereyim. O benim için gece gündüz niyaz eder. Ben de ona bir görünüp, hatırını sorayım” dedi ve Mecnun’un bulunduğu yere gitti. Tam karşısında durdu. Mecnun halâ:
“- Leyla.. Leyla..” diye feryat ediyor, ağlıyordu. Kimseyi görecek durumda değildi. İnleyerek, sızlayarak şehirden çıktı, sahraya düştü. Güneşe karşı bir yerde oturdu ve Leyla’sını anmağa devam etti.
Merak ve hayretler içinde Leyla peşinden gitti, oturduğu yere vardı, dört tarafını dolanarak ona kendini gösterdi. Mecnun oralı olmadı, Leyla’ya iltifat bile etmedi. “Leyla, Leyla” diyerek kendinden geçti, bayıldı. Fakat, yattığı yerde bile bütün vücudundan Leyla adı işitiliyordu.
Leyla bundan bir şey anlayamadı. Bekledi. Mecnun kendine gelip yattığı yerden doğruldu. Bu defa, Leyla güneşin bulunduğu tarafa gitti ve Mecnun’un önünde durdu, gölgesi Mecnun’un üzerine vurdu. Mecnun başını kaldırarak uzun uzun Leyla’nın yüzüne baktıktan sonra sordu:
“- Kimsin, ne istiyorsun?”
Leyla da ona bir soru ile cevap verdi:
“- Aşk elinden halin nicedir?”
“- Ne sorarsın halimi? Git, yanıma gelme! Yoksa sen de benim gibi deli olursun. Hem sen kimsin? Ben seni tanımıyorum.”
“- Beni tanımadın mı? Leyla Leyla diye istediğin ve inlediğin işte benim! nasıl tanımazsın?”
“- Var git işine, alem bana hep Leyla oldu.. Gönlüme hep Leyla doldu.. Eğer sen gerçekten Leyla isen, ya bu bendeki Leyla kimdir?”