Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Türkiye Birincisi Asla yeterince iyi olamadım. Aileme, anneme babama, onların bana harcadığı paraya layık olamadım. Hayır, serseri değildim, geri zekalı da değildim, bir amacım da vardı ve bunu gerçekleştirmek istiyordum. Çalışkan olmak... istiyordum. Çalışkan olmak için oturup çalışmak lazım ben de biliyorum, söyledim ya geri zekalı değilim.
Serap gizemli bir şekilde gülümsüyordu. "Birbirlerini çok sevmeleri aldatmayacakları anlamına gelmiyor..." Cem bu düşüncenin Serap tarafından seslendirilmesinden hoşlanmamıştı. "Doğru... Ama bence Neşet Akıncı'nın karısı öyle bir kadın değildi." "Nasıl bu kadar emin olabilirsin Cem? İnsanlar her şeyi
Sayfa 29 - Can YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Çanakkale Ruhu
1915 Yılının hac mevsimiydi. Her hac mevsiminde olduğu gibi, dört bir yandan müminler geliyordu. Bu gelenlerin içinde Hindistan ulemasından alim, zahit, kalbi keşfe açık bir allah dostu da bulunuyordu. Bu allah dostu ile ahbaplık oluştu. Sohbetine katıldık. O kadar güzel sohbetleri oluyordu ki... kendisi de ağlıyordu, Dinleyenleri de ağlatıyordu.
Sayfa 29 - NesilKitabı okudu
ÜÇ SORU Yıldızlar uykudaydı. Ağaçlar , kuşlar, ırmaklar ve insanlar uykudaydı... Bir de uzaktan bakıldığında eski bir yapıyı andıran, saray olduğunu anlayabilmeniz için bahçesine kadar gidebilmeniz gereken o yerde gözleri uyku tutmayan bir adam vardı. Başı ellerinin arasında gözleri yaşlı bir adam. Beynini kemiren sorulara cevap bulmaya
Hikaye edilir ki bayram günü halk yeme içme ile meşgul oldukları sırada, şeyh karanlık bir halvet köşesinde oturup inleyerek ağlıyordu. Yiyip içmiyordu. O devrin bilginlerinden biri şeyhe şöyle bir soru sordu: “Yılda beş gün (bayram günlerinde) haram olduğu için oruç tutmayız, Siz niçin bayram günlerinde oruç tutuyorsunuz?" Şeyh ona şöyle cevap verdi: "Biz o günlerde (bayram günleri) oruca niyet etmeyiz. Genel gaflet korkusu sebebiyle hayrete düşüp yemek yemeyiz."
Sayfa 82 - parola yayınlarıKitabı okudu
Çobanın Aşkısatir arasi hikayeler serdar tuncer Aşıktı genç çoban. Sevgilisinin isminden başka bir şey bilmediğinden mi, konuşmaya mecali olmadığından mı bilinmez, arkadaşı anlatıyordu onun halini: – Gözleri günlerdir uyku görmedi efendim, diyordu, yemiyor, içmiyor, işi gücü, gecesi gündüzü havası suyu o kız oldu sanki. Ne desem kar etmiyor,
Reklam
– Ufaklık hadi topla yolcuları da gidelim, dedi Kasımpaşalı. O, bizim yazıhanenin baş şoförüdür. Sekiz-on aydır tanırım. Tanıştığımızdan beridir de kavga ederiz. Ben, onun ufaklık demesinden haz etmem. O da, benim beybaba dememden. Altmışı geçen yaşını belli edeceğim ya; ondan çekinir zaar. – Olur, beybaba, sen direksiyona geç de kalayı
Uyanış Yayınevi
Eğer sen gerçekten Leyla isen, ya bu bendeki Leyla kimdir?”
• • Bir gün, Mecnun yine sarhoş gibi, deli-divane bir halde, “Leyla, Leyla” diye feryat edip gezerken, Leyla onun feryadını duydu, kalbi mahzun oldu ve: “- Gideyim şu miskine kendimi bir göstereyim. O benim için gece gündüz niyaz eder. Ben de ona bir görünüp, hatırını sorayım” dedi ve Mecnun’un bulunduğu yere gitti. Tam karşısında durdu. Mecnun halâ: “- Leyla.. Leyla..” diye feryat ediyor, ağlıyordu. Kimseyi görecek durumda değildi. İnleyerek, sızlayarak şehirden çıktı, sahraya düştü. Güneşe karşı bir yerde oturdu ve Leyla’sını anmağa devam etti. Merak ve hayretler içinde Leyla peşinden gitti, oturduğu yere vardı, dört tarafını dolanarak ona kendini gösterdi. Mecnun oralı olmadı, Leyla’ya iltifat bile etmedi. “Leyla, Leyla” diyerek kendinden geçti, bayıldı. Fakat, yattığı yerde bile bütün vücudundan Leyla adı işitiliyordu. Leyla bundan bir şey anlayamadı. Bekledi. Mecnun kendine gelip yattığı yerden doğruldu. Bu defa, Leyla güneşin bulunduğu tarafa gitti ve Mecnun’un önünde durdu, gölgesi Mecnun’un üzerine vurdu. Mecnun başını kaldırarak uzun uzun Leyla’nın yüzüne baktıktan sonra sordu: “- Kimsin, ne istiyorsun?” Leyla da ona bir soru ile cevap verdi: “- Aşk elinden halin nicedir?” “- Ne sorarsın halimi? Git, yanıma gelme! Yoksa sen de benim gibi deli olursun. Hem sen kimsin? Ben seni tanımıyorum.” “- Beni tanımadın mı? Leyla Leyla diye istediğin ve inlediğin işte benim! nasıl tanımazsın?” “- Var git işine, alem bana hep Leyla oldu.. Gönlüme hep Leyla doldu.. Eğer sen gerçekten Leyla isen, ya bu bendeki Leyla kimdir?”
Atatürk’ün cenaze töreni gibi bir olay daha önce hiç görülmemişti. Üzüntüyle gurur yan yana yaşanıyordu. On yedi ülke özel temsilcisini gönderirken, dokuz ülkeden de korteje katılması için askeri birlikler gelmişti. İngiltere’yi Gelibolu Savaşı’nda adı duyulan Feldmareşel Lord Birdwood, Fransa’yı (kızına Atatürk’ün özel ilgi göstermiş olduğu) İçişleri Bakanı Albert Sarruat, Nazi Almanyası’nı ise Baron von Neurath temsil ediyordu. İngiliz denizcileri 1922 yılında son padişahın kaçarken bindiği HMS Malaya gemisiyle gelmişlerdi. 1936 yılında Kral V. George’un cenazesinde İnönü Türkiye’yi temsil etmişti. Şimdi de İngiltere, dünyanın diğer ülkeleriyle birlikte Türkiye’nin ilk cumhurbaşkanına saygısını gösteriyordu. Atatürk’ün, ülkesini tamamen bağımsız, uygar ülkeler topluluğunda saygın bir üye yapma amacı gerçekleşmişti. Ya Türk halkı? Önce Dolmabahçe Sarayı’na gelen sonra da korteje eşlik eden kalabalık olağanüstüydü. Çoğu ağlıyordu. İnönü cenaze töreninde yaptığı konuşmada halkın ruh halini yakaladı. Konuşmasını “Eşsiz kahraman Atatürk; vatan sana minnettardır” sözleriyle bitirdi. Atatürk’ün Türklerin ulusal kahramanı olduğundan kimsenin kuşkusu yoktu. Onun rejimini beğenmeyenler bile ülke topraklarından yabancı işgalcileri kovan bir “Halâskâr Gazi” olduğunu kabul ediyorlardı. Yanıtlanması gereken tek soru, onun vizyonunu paylaşan ve reformlarını destekleyenlerin kaç kişi olduğuydu. İngiltere büyükelçisi Sir Percy Loraine, “Onun için gereken yas tutuluyor. Cenaze töreninde sıradan insanların samimi üzüntüsü kolayca anlaşılıyordu,” raporunu verdi.
Sayfa 601 - Remzi kitabeviKitabı okudu
Sokak Nöbetçileri
"Beş çocuğun kahkahalarını odadan duydum ayrıca o beş çocuğun ağlayışlarını. Bartu Sarca duvarları yumrukluyordu hırsla ve annesini bulmak istediğini söylüyordu, yaş on yedi. Lâl Sarca hepimizden nefret ettiğini dile getiriyor, defalarca kaçmaya çalışıyordu, yaş on iki. Işık Sarca bana en acısız ölüm nasıl olur diye soruyordu, henüz yaşı on üç. Mutlu Sarca kimse beni böyle sevemez diye yastıkları fırlatıyordu, yaş on dört. Kapıyı kapatmadan önce o beş çocuğu gördüm, kendimle beraber. Basamaklarda oturuyorlardı ve arkalarında, hemen arkalarında Helin'in ve Koza'nın çocuklukları vardı. Yaşanmasa da Helin, çok canımı yaktı, diye ağlıyordu bana yaş on yedi. Hiç mi sevilmeyeceğim diye soruyordu Koza, yaş altı. Ve ben duruyordum, hepsine cevaplar veriyordum, kendim soru bile soramıyordum fakat sorsaydım derdim ki, sarılsan geçer mi, yaş sekiz, yaş dokuz, yaş on. Hayır, yaş yirmi. Hayır, yaş şuan aslında." YANKI SARCA (UMUT GÜNEŞ)
Reklam
Kesik Kol
Gelin tanış olalım İsi kolay kılalım Sevelim sevilelim Dünya kimseye kalmaz Yunus Emre "dam zengindi. Dünyayı versen doymuyordu. Ver Allah'ım, ver Allah'ım, kulun helal haram demez, yer Allah'ım, diyordu. İstiyordu, her gün daha çok istiyordu. Malına mal, zenginliğine zenginlik katıyordu sürekli. Kimseye bir şey koklatmıyordu. Biriktiriyordu
Çobanın Aşkı (ALLAH İÇİN ALLAH DESEYDİM)
Aşıktı genç çoban. Sevgilisinin isminden başka bir şey bilmediğinden mi, konuşmaya mecali olmadığından mı bilinmez, arkadaşı anlatıyordu onun halini: – Gözleri günlerdir uyku görmedi efendim, diyordu, yemiyor, içmiyor, işi gücü, gecesi gündüzü havası suyu o kız oldu sanki. Ne desem kar etmiyor, son bir çare diye geldik size. Halbuki ”sen bir garip
35 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.