Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Tinin kendi üzerindeki ilk bilgisi, girdiği insan bireyi kılığında duyan varlık olmasıdır. Bu aşamada henüz hiçbir nesne ile ilişkisi yoktur. Kendimizi şu ya da bu biçimde belirlenmiş buluyoruz. Şimdi bu türlü belirlenmişliği kendimden ayırmaya bakıyorum ve kendimle ikileşiyorum. Böylece duygularım dış ve iç dünya olarak bölünüyor. Aynı zamanda varlık belirlenimim özellik kazanıyor, kendimi eksik, olumsuz bir varlık duyuyorum, kendimde beni kemiren bir çelişki buluyorum. Ama ben varım: bunu biliyorum ve bu bilgimi olumsuzlanmanın, eksikliğin karşısına koyuyorum. Kendimi koruyup eksikliğini kaldırmaya çalışıyorum: işte böylece varlığım içgüdüye dönüştü. İçgüdünün yöneldiği nesne beni tatmin eden nesnedir, kendi birliğimi yeniden kuracak nesnedir. Her canlının içgüdüleri vardır. Böylece doğal varlıklar oluyoruz, çünkü içgüdü başlıca duyusal birşeydir. Kendilerine içgüdümle yaklaştığım nesneler benim kendimle bütünleşmeme aracıdır: bu da teorinin ve pratiğin temelini meydana getirir.
ATSIZ'DA ASKERLİK-ORDU-SAVAŞ-DİSİPLİN 31 Ağustos 1962 tarihinde çıkan Millî Yol dergisinin 31. sayısını elimize alınca, İzmirli Türkçü gençler olarak ne kadar heyecanlandığımızı hatırlıyorum. Orta sayfada Atsız'ın "30 Ağustos ve Türk Ordusu" başlıklı yazısı yer alıyordu. Yazıyı defalarca okumuş, birbirimize aktarmıştık. O
Reklam
İktisatçı Robin Hanson, insan işçilerin yerini makinelerin almasını, merhametsizce yükselen deniz düzeyine benzetir... Deniz yükselirken, yüksek yerlerde “insana en özgü” işler var. Bu noktada, en iyi insanların elinden gelen işleri buluyoruz, örneğin özel yemekler pişirme ya da seçkin saç kesimi gibi. Ardından, insanların ve makinelerin eşit beceriyle yaptığı işlerden oluşan “kıyı” geliyor; bunun ötesinde ise, makinelerin daha iyi yaptığı işlerden oluşan “okyanus” var. Makineler, ucuzladıkça ya da akıllandıkça ya da hem ucuzlayıp hem akıllandıkça, su düzeyi yükselir ve kıyı, iç bölgelere ulaşır. Bu engin değişikliğin iki etkisi olur. Birincisi, makineler, yeni “su basmış” işleri devralarak insanların yerine geçer. İkincisi, makinelerin işlerini insanların işlerini tamamlar hale getirmek, bu işleri iyi yapmanın değerini yükseltir.
TARİHTE İLK KADIN ŞAİR
Tarihteki her konu gibi kadın şairi de ilk olarak Sümer topraklarında buluyoruz. Bu şair bayan hem bir prenses, hem de önemli bir mabedin başrahibesi. O ilk Akad Kralı I. Sargon'un kızı (MÖ 2400). Sargon, kendinden hemen hemen 1000 yıl sonra onun ağzından yazılmış bir şiire göre, bir rahibenin çocuğuymuş. Bu şiir şöyle: Ben Agade'nin kralı büyük kral Sargon! Annem yüksek bir rahibe idi, babamı bilmiyorum. Yüksek rahibe annem beni gizlice doğurdu. Beni bir kamış sepete koydu, onu ziftle kapladı. Beni nehre bıraktı, dışarı çıkamayacaktım. Nehir beni sürükleyerek su çekici Akki'ye götürdü. Akki sudan çıkardı, kendi oğlu gibi büyüttü beni. Görüldüğü gibi, Sargon'un annesi rahibe olduğundan onu gizlice doğurup, Musa gibi sepet içinde suya bırakmış. Çünkü Sümerlilerde rahibeler tanrının karısı olarak kabul edildiğinden, onlardan doğanlar tanrının çocuğu sayılıyor ve onun yaşamasına izin verilmiyor. Bunun için annesi onu gizlice doğuruyor ve birisi alır düşüncesiyle suya bırakıyor. Sepeti bulan Akki adındaki sucu onu büyütmüş ve Kiş sarayına içkici başı olarak vermiş.
Sayfa 262 - Meryem gibi. Kur'an da Ali Imrân Suresi, ayet 35-37'de yazıldığına göre, Meryem'i annesi daha doğurmadan önce mabede adamış ve orada büyümüş. Orada gebe kalınca Tanrı'nın çocuğu olarak öldürülmesin diye gizlice doğurmuş İsa'yı. O Kitabı okudu
İmkansız, sadece bizim imkansız olduğunu düşündüğümüz şeydir. Belki de şu anda imkansız olduğunu düşündüğün şey, işte bu sınırsız olanakların imkansız olmadığı fikridir. Öyleyse bu senin şahsi kanaatindir. Bunun doğru ya da yanlış; iyi ya da kötü bir tarafı yok. Bu, senin kendi kanaatindir ve yaşamın da bu doğrultuda ilerleyip
"Başkalarına inansaydım şu anda var olmamam gerekirdi, fakat her yeni gün kanıtlıyor ki ben varım. Sanki kendi zihnimin içindeki bir kahinim. Ben giderek daha hızlı dönen ve içinde her şeyin durmadan çiğnenip öğütüldüğü bir var oluş makinesinin kurbanı mıyım? Bu soru yanıtlanmadan kalmalı. Karakterim tüm karakterlerin toplamı; arzularım tüm arzuların toplamı; umutlarım, korkularım ve hayal kırıklıklarım için de aynı şey geçerli. Kimi zaman açık sözlülük gerektiğinde ancak iki yüzlülük beni ve diğerlerini kurtarıyor. Ne zaman bir yerlere sığınmak istesek, kendimizi acizlik içinde buluyoruz. Kaçanın seçtiği yol, onun haletiruhiyesine uygun düşüyor. "
Sayfa 86 - Sel YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Elimin, kendi bıraktığı kitaba uzandığını görünce, durgunluğunu îzah eden cümleyi saklayamadı: Zahmet etme, zahmet etme Cemil Bey.. Bu da onlardan, diyerek sözüne devam etti: - Şimdiye kadar binlerce kitap okudum, fakat hemen hepsi de insanların ruhları gibi hasta ve sakat.. Bütün teselliyi, bütün şifâyı, niçin onlarda arıyoruz? Arı iğnesini çiçeğin bağrına saplar ve bir anda balını alıp çekilir. Biz bütün varlığımızla bu tozlu rafların içine gömülüyoruz da sanki ne buluyoruz? Hiç. Hep birbirine ters düşen sözler, hep birbirinin zıddı olan fikirler. İzzet Efendi, kendisini dinlediğimi gördükçe mütemâdiyen söylüyor ve üflendikçe şişen bir balon gibi gitgide gergin, sıkışık bir manzara arz ediyordu. Onun bu derece vurucu ve sert tutumuna tesadüf etmemiştim. Fakat acaba İzzet Efendi kitaplardan ne arıyor, ne umuyordu ki, bulamadıkça hiddetten köpürüyordu? O insan ki, bilgisinin dört başını mâmur¹ etmemiştir; şu halde zavallılıktan kurtulmamış olan bir zavallının sözleri, bize iç selâmeti aşılayabilir mi idi?
Sayfa 68 - 1 Her bakımdan mükemmel, kusursuz.
Soru Sormak
Demek ki asıl soru şu:  Sen şu anda hangi  rezonans alanını  oluşturuyorsun?  Ve bu soruyla kendimizi  konunun tam ortasında  buluyoruz.
Eksikli sözün büyüsü
Zaman, 1960'ları yarılamış, 70'lere akıyor. Şiir, Karaca­ oğlan'dan Nazım'a dönüyor. 68 kuşağı sınıflardan sokaklara, sokaklardan evlere büyüyor. Masallar, halk hikayeleri Orhan Kemal'le, Yaşar Kemal'le, Sabahattin Ali'yle katı gerçeğimize yeni bir dil oluyor. Külebi, Attila İlhan'la; Dıranas, Ceyhun Ahıf'la başka değerler ediniyor. Orhan-Melih-Oktay, sıra­ danı şaşkınlığa çeviriyor. II. Yeni henüz defterimize düşme­ miş. Gökyüzü, Neşet (Ertaş), Mahzuni (Şerif), İhsani dolu. Devrim düşüncesi seslerimizi tutmuş. Ruhi Su hem bildik hem yeni. Abbas Sayar küçücük kentimizin efsanesi. Ken­ timizde kitapçılar var. Freud'un Cinsiyet ve Psikanaliz'ini, Albert Camus'nün Başkaldıran İnsan'ını, Engels'in Bilimsel ve Ütopik Sosyalizm'ini, daha nice kitabı o yıllarda Yozgat'ta buluyoruz. İki kadın şair biliyoruz: Taşra Kızının Delicele­ ri ile Türkan İldeniz (kitabın ismi hala nasıl çekici); Kırmızı Karanfil'le allak-bullak olduğumuz Gülten Akın. Şu dizeler şiiri birden ev içine çeviriyor: "Gülten'i Yozgatlı demesinler bun­ dan böyle/ Nerde ölürsem oralı olayım/ Doğularda, yolsuz dağların/ Soğuk suların başında öleyim" Kalıveriyoruz. Her sözcük, her dize bir daha bizim oluyor
341 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.