Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Ateş ve Su
Bitimsiz ufka, her zaman doğan ve batan güneşe istediğimiz gibi bakabiliriz. İstediğimiz isimleri takabiliriz. Eksik olduğunu düşünenler dahi çıkabilir. Ya da boş. Bomboş olduğunu söyleyenler vardır aramızda. Bize hiçbir şey katmadığını, anlamsızlığını dillendirir bazılarımız. Siyah ve gri biraz. Su geçirmez, dayanıklı ateşe. İşte seni böyle bir mezara gömerler. Canlı bir bebek gibi. Gözün vardır göremezsin. Olan görüntü gözüne çarpıp geri döner. Çıkmamak üzere gömülür buluta. Güler ve saçlarını tararsın…
Sayfa 47
Ateş ve Su
Dünya bu, boğazına yapışır insanın. Boynunu sıkar sıkar. Yüzünün koparıldığını görürsün. Morarmaya yaklaştığını bedeninin. Sesin kısılır. Toprağa düşersin. Şerbet diye katran karası içirirler. Dünya bu, baş eğmeyendir, gençtir, çeviktir, metindir. Her gün bir yerleri yenileniyordur. Kendi kendini tazeler. İçindekini yutar. Beslenir doğa cesetleriyle sürekli. Dünya bu, her gün kapımdan geçer de farkında değildir benim de kendinde var olduğumu, ruhumdan kaçarken bedenimle son bulduğumu.
Sayfa 42
Reklam
Ateş ve Su
Mezarıma kaplanan soğuk bir mermer hissi kaplamamalıydı göğsümü. Hayal etmek özgürlükse ediyorum işte. Derin ve anlam yüklü bir akşam. O, bir dilim pasta. Yemediğim. Hep beklettiğim. Belki de aç bir çocuğa vereceğim, infazımdan bir gün önce.
Sayfa 43
Ateş ve Su
"Tüm ruhumu acı bir hüzün kapladı. Karanlıktı. Bana benzerler için yapılmış yerde yapayalnızdım. Tahribat gücü yüksek bu geceye yine gecenin kendi kusursuzca tanıklık ediyordu."
Sayfa 42
Ateş ve Su
"Ölümler, yaşam karşısında yaşanan kötü bir vakte mahsustu."
Sayfa 42
Maria Suphi ile ilgili
Kâhya'nın yakın arkadaşı Hocanın Hasan'ın oğlu Murat Ateş, Cumhur Odabaşıoğlu'na 13 Ocak 1988'de konu hakkında şu bilgileri vermiştir. "Rahmetli babam Hocanın Hasan, Kâhya'nın çok yakın arkadaşıydı. Mustafa Suphi hadisesinden sonra, Mustafa Suphi'nin karısını Çömlekçi'de vaktiyle Alican Tokman'a ait halen metruk olan evde sakladığı söylenirdi, burada bulunan bir kadınla konuştum, ancak Kâhya'nın karısı çok sert, müsamaha tanımayan bir kimseydi, kadını uzun müddet saklayamadı, bir müddet sonra kadın kayboldu, bu yıllarda on bir yaşındaydım ve kadının kati olarak Mustafa Suphi'nin karısı olduğunu bilmiyordum" (Cumhur Odabaşıoğlu, Trabzon, s.214)
Sayfa 175Kitabı okudu
Reklam
Gün geçtikçe şımarıklık artıyordu. İngilizlerin altınları tesiri­ni gösteriyordu. Geceleri benim bulunduğum burcun odasına mavzerle ateş ediliyor, isabet eden kurşunlardan taşlar kopu­yordu. Bu kale böyle mavzer kurşunlarına değil, belki on beş­lik toplara bile dayanıklıydı. Kale taşları granitten ve her biri birer metrekübe yakın kalınlıktaydı. Onun için sanki bir şey olmuyormuş gibi kemali emniyetle oturuyor ve her zaman ki uğraşlarımla meşgul oluyordum.Bu odayı hatırlayınca, oda arkadaşımı da hatırlamamaya imkân yoktur. Bu odaya yattığım ilk geceler, dosya dolabı üzerindeki eski kâğıtlar arasında bir hışırtı hisseder ve bir mana veremezdim. Dikkat etmeğe başladım. Birden, dosya dolabına yakın pencerenin kırık bir taşının arasından, bilek­ten kalın siyah renkli bir yılanın girdiği ve dosya dolabının üzerine çıkarak çöreklendiğini gördüm. Yılanın boyu gayet uzundu; yüksek dolabın üzerinde ağır ağır çöreklendiği va­kit kuyruk tarafı hâlâ delikten çıkmıyordu. Bu tehlikeli m ah­lûka dokunmak istemedim. Her sabah güneş doğmadan ev­vel aynı delikten çıkıp giderdi. Buna karşı aldığım tedbir, karyolamı ortaya çekmek, sabaha kadar yeri görecek kadar lamba yakmak, bir kenarda da su bulundurm aktan ibaretti. Bu mahlûk hiç odanın içerisinde dolaşmadı. Yalnız kendi ya­tağında yattı.
Hayat dört şeyle kaimdir, derdi babam su ve ateş ve toprak. Ve rüzgar. Ona kendimi sonradan ben ekledim pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu ham yüreğin pütürlerini geçtim gövdemi alemlere zerkederek varoldum kayrasıyla Varedenin eşref-i mahlûkat nedir bildim.
"Ölümsüz olduğuna inanıyorsun," diye çok geçmeden bana meydan okudu. "O zaman neden bunun hakkında konuşmaya korkuyorsun?" "Kesin olan şeylerin düşüncelerini neden zihnime yük edeyim ki?" diye karşı çıktım. "Fakat emin misin?" diye üsteledi. "Anlat bana. Nasıl bir şey, sizin şu
Sayfa 233Kitabı okudu
Hüveytatlılar gittikçe işi azıtıyor, hükümetin aley­hinde cephe alıyorlardı. Müflihul Cehmani, aşiret reisi Ude Ebu Taya’nın, “Söyle Selahattin’e avucumla kanım içeceğim ve böyle yapmak için de Allah’a ahdettim” dediğini bana ye­minler ederek söyledi. Müflihul, “O kadar rica ettim, aşiretin rahat durmuyor, bunun önüne geçin” deyince, “Ben
Reklam
Zamanı tozu
Zamanın tozu: İki-üç yüzyıl kadar önce deniz buralara dek geliyordu. Zamanın tozu: parmakları arasında ya da başının altında nasıl da dağılıyordu! O da sarı bir bir toz yığınına dönüşecek, -yorgunluğu yüzünden yüz yaşındaymış gibi hissediyordu- bu çukurun içine yayılacak ve Régine in zihnindeki hayali de sertleşip bir çakıl taşı haline gelecekti. Sert bir çakıl taşı. Mısırlı belki de şu an uysal bir akıntıyı bölen bir çakıl taşı gibi dikiliyordu. Ardında taşlıkların, dağınık bitkilerin gözüktüğü bir aynayı; Kartaca'nın ateş aldığı, donanmanın gıcır gıcır yelkenlerini açtığı, kızların peşimizi bırakmayan o eski gezegeni erkekler uğruna yok ettiği geceyi bölüyordu... Yirmi bir saat kalmıştı... arabaların camına soyut bir toz yağıyordu... sert bir çakıl... gece uzun bir günden daha kısa... onu ıssız bir sokağa götürüp konuşacağım... Şimdi kum suratında kuruyor, yorgunluğunun kalıbını çıkarıyordu. ... İçinde zayıf bir romansın çaldığı dokuzuncu saatin soluğunu hissetti suratında. Ya şimdi ya da hiç. Hepsi o kadar.
Sayfa 250 - Sel Yayıncılık 1. Baskı Ekim 2021Kitabı okudu
Tüm bunlar karmaşık bir resim çizer. Ancak Hopi efsaneleri açıklığı ve sadeliği ile öne çıkar. Bize söylediği şudur: "İlk dünya, insanların kötülüklerinin bir cezası olarak, aşağıdan ve yukarıdan gelen her şeyi yutan bir ateş ile yok edildi. İkinci dünya, yeryüzü ekseninden çıkınca ve her şey buzlarla kaplanınca sona erdi. Üçüncü dünya küresel bir taşkınla son buldu. Şu anda içinde bulunduğumuz dünya dördüncü dünyadır. Onun kaderi sakinlerinin Yaratıcı'nın planına göre hareket edip etmelerine göre şekillenecektir." Bir gizemin izindeyiz. Yaratıcı'nın planlarını asla kavrayamasak da küresel kıyamette örtüşen mitolojilerin sırrı konusunda bir yargıya varabilmemiz gerekir. Bu efsaneler aracılığıyla atalarımız bize doğrudan seslenmektedir. Peki, ne söylemek istiyorlar?
Bir bakımdan onunla aynıydık. Ben, ne yapacağımı bilmedikleri için korktukları su varisiydim. O, neler yapacağını bildikleri için korktukları ateş lordu. Ve artık karşı karşıyaydık...
Dağınık saçları, hayatımızın Durmadan sözü uzatıyor su, Günler geceler ağaçlık yerler Hepsi bu. Günlerin gücüne giderken güneş Koklayıp bıraktığın güllerden, Ateş yakıyorsun, üşümek için Eski dilde su, şimdilerde sen! Karaya çekilmiş kayıklar kadar Yıllardır geçmedim bugün buradan, Tuttun sözünü, aferin fidan! Kırılan gurur, ilk ve son bahar! Yaprak dökmeyen ağaçlara güvenme Buz tutmayan suya da öyle Demiştim, diyorsun, İbrahim Hava serinledi, artık gidelim.
"Senden hiçbir şey istemeye hakkım yok, biliyorum ama tek bir şey isteyeceğim." "Beni buraya göm." "Ölürsem beni buraya gömsünler Efsun, tam senin bu göğsüne denk gelsin başım. Son nefesimi nerede vermiş olursam olayım, cansız da dönsem, al bu başımı ve yasla göğsüne." "Ölü deme, cansız deme; hissederim ben. Canım bedenimden çıksa da ben bu kokuyu hissederim. Beni bundan mahrum etme... Bir kez daha bu kokuyu duyamayacağım diye çok korktum lan. Şimdi de şu kokun olmadan ölmekten korkuyorum anasını satayım. Beni buraya gömsünler Efsun... Tanrı'dan bir dilek hakkım varsa, o da bu olsun, kitabıma." "Senin şu kokunla ölmek... Koynuna göm beni Efsun."
Sayfa 256Kitabı okudu
Geri199
1.500 öğeden 1.486 ile 1.500 arasındakiler gösteriliyor.