1 Mayıs İşçi Bayramı kutlu olsun...
Bu vesileyle şu tuhaflığı belirteyim: İnşaat işçisi bir tanıdığımla konuşurken, laf 1 Mayıs'a geldi ve bu günde bile çalışacağını söyledi. Oysa ben işçi olmamama rağmen tatil yapıyorum, bu da çok trajikomik bir gerçeğimiz...
İkinci el pazarında yalnız kalmış bir kitaptı. İncecik kitap okuyalım bakalım farklılık olur diyerek aldım. Başlangıçta beğenmedim sebepleri tartışılır elbet ama açıkçası tamamlamayı da düşünmüyordum. Biraz daha deneyeyim derken "ağrıyan" metinleri okuduğuma değdi dedirtti. Çok gerçek bir betimle, trajikomik bir hal...
Yolcu nereye gidiyorsun. Soruyla başlayan genç veya bir çocuğun gözünden ailesi ailesinden ayrı fikri duruşu. Büyümesi büyürken ki farkındalığı hissedisi bir yatılı okulda ailesinde görmediği sevgiyi hissetmesi ve tekrar dünyaya kendine bakışının değişmini görüyorsunuz . Batının getirdiği modernilikler de işleniyor aileye trajikomik yansımaları işleniyor.Anne babanın delice tutkuları ve çocuklarının kopuk olmaları bunları bilinçli büyüyen bir çocuktan öğreniyorsunuz. Bura da bir hep çocuk diyicem sonrada genç olgunlaşmasını sevdiği kızı arkadaşına emanet ettikten sonra göreceğiz ne yazık orada kitap son buluyor. Güzeldi insanın iç duygusuna kendi kendine oluşundaki varlığına dokunuyor.Yolumuza çıkan insanlara gönül borcunuzu dahil etmekten geri durmuyor onların varlığı bizim varlığımıza bütünlük sağlıyor. Keyifli okumalar dilerim..
“İnsanın, kendi düşüncelerini yansıtan bir çift gözü arayışı (trajikomik) bir görüş ayrılığıyla sonuçlanabiliyor işte; ister sınıf mücadelesi, ister bir çift ayakkabı üzerine olsun.”
Bu ülkede hakkını hukukla aramak isteyenler, içlerindeki savaşma istekleri sönüp gidene, ugradiklari haksızlık tatsız bir anı ya da arkadaşlara anlatılan trajikomik bir durum olana kadar bekletilirler, yıldırılırlar ve bıktırılırlardı.
Son zamanlarda okuduğum melankolik romanlardan sonra bu kitap çok iyi geldi bana. Yazarımız bir kadının ayrılık sürecindeki duygu durumunu anlatırken bir yandan hüzünlendiriyor bir yandan da gülümsetiyor ve bir de küçük anekdotlarla sizi bilgilendiriyor. Çok sevdim ben bu trajikomik anlatımı.♡ Sizi yormayan, germeyen sakin bir kitap arıyorsanız o kesinlikle bu kitap. :)
#FrancaRame İtalyan tiyatro oyuncusu ve oyun yazarıdır. Nobel ödüllü oyun yazarı #DarioFo ile evlenmiş ve yine yazar-yönetmen olan bir oğulları olmuş. Dönemlerinde tiyatrolar din adamlarına bağlıymış ve yoğun bir sansür varmış. Oyunları başta hiçbir gerekçe gösterilmeden yasaklanmış ama gördükleri destek ile sahneye çıkmayı başarmışlar. Bu kitapta
İnsan, varolduğu günden bu yana sürekli olarak, içinde yaşadığı dünyayı ve evreni tanımaya ve anlamaya çalışmış, ancak bu çabası içinde en az tanıyabildiği varlık yine kendisi olmuştur.
Aldığımız terbiyenin gizli polisle işbirliği halinde olması trajikomik bir gerçektir. Yalan söylemeyi beceremeyiz. Analarımızla babalarımızın her an kafamıza kakıp durdukları, “ doğruyu söyle!” buyruğu öyle bir kendiliğinden işler ki, bir soruşturma sırasında gizli polise bile yalan söylemekten utanırız. Onlarla tartışmak ya da hakaret etmek (ki bu hiçbir anlam taşımaz) yüzlerine baka baka yalan söylemekten (tek yapılacak şey budur) çok daha kolay gelir bize.
Godot’yu Beklerken, 2 perdeden oluşan trajikomik bir tüyatro oyunu. Godot’un kim ya da ne olduğunu söylemiyor yazar. Okur için bir kurtuluşu ifade ediyor Godot. Kitabın sonuna kadar hatta sonunda bile anlamayacağınız, ne anlatmaya çalışıyor diyeceğiniz bir kitap olsa da karakterlerin neden Godot’yu beklediğini hep merak ediyorsunuz.
Kitapta sonu gelmeyen bir bekleyiş var. Kitap kahramanlarımız Vladimir ve Estragon’un Godot’yu beklerkenki diyaloglarından oluşuyor. Godot hiç gelmeyecek biri ve belki de hiç var olmayan biri. İçinde bulundukları durumdan, boşluktan, hiçlikten onları kurtaracak, tutunmaları gereken bir kişi. Kitap gelecek olan bir şeyi bilmeden beklemeyi, belirsizliğin içinde bir ışık olarak onu aramayı, kurtarılmayı ummayı konu alıyor. Beklemek, beklemek, beklemek… Tek yaptıkları budur. Beklemenin boşunalığını fark edip yine de beklemek. Neden beklediğini unutacak kadar beklemek.
Beklemek, zamanı çabuklaştırmanın mümkün olmadığını salık veren bir kavram. Pasif bir eylem ya da hareketsizlik değil. Telaşsız ama istikrarlı bir varoluşun anahtarı gibi. İhtimalleri düşünmek ama hangisinin kayığına bineceğini bilmemek.