İnsan, varolduğu günden bu yana sürekli olarak, içinde yaşadığı dünyayı ve evreni tanımaya ve anlamaya çalışmış, ancak bu çabası içinde en az tanıyabildiği varlık yine kendisi olmuştur.
Aldığımız terbiyenin gizli polisle işbirliği halinde olması trajikomik bir gerçektir. Yalan söylemeyi beceremeyiz. Analarımızla babalarımızın her an kafamıza kakıp durdukları, “ doğruyu söyle!” buyruğu öyle bir kendiliğinden işler ki, bir soruşturma sırasında gizli polise bile yalan söylemekten utanırız. Onlarla tartışmak ya da hakaret etmek (ki bu hiçbir anlam taşımaz) yüzlerine baka baka yalan söylemekten (tek yapılacak şey budur) çok daha kolay gelir bize.
Godot’yu Beklerken, 2 perdeden oluşan trajikomik bir tüyatro oyunu. Godot’un kim ya da ne olduğunu söylemiyor yazar. Okur için bir kurtuluşu ifade ediyor Godot. Kitabın sonuna kadar hatta sonunda bile anlamayacağınız, ne anlatmaya çalışıyor diyeceğiniz bir kitap olsa da karakterlerin neden Godot’yu beklediğini hep merak ediyorsunuz.
Kitapta sonu gelmeyen bir bekleyiş var. Kitap kahramanlarımız Vladimir ve Estragon’un Godot’yu beklerkenki diyaloglarından oluşuyor. Godot hiç gelmeyecek biri ve belki de hiç var olmayan biri. İçinde bulundukları durumdan, boşluktan, hiçlikten onları kurtaracak, tutunmaları gereken bir kişi. Kitap gelecek olan bir şeyi bilmeden beklemeyi, belirsizliğin içinde bir ışık olarak onu aramayı, kurtarılmayı ummayı konu alıyor. Beklemek, beklemek, beklemek… Tek yaptıkları budur. Beklemenin boşunalığını fark edip yine de beklemek. Neden beklediğini unutacak kadar beklemek.
Beklemek, zamanı çabuklaştırmanın mümkün olmadığını salık veren bir kavram. Pasif bir eylem ya da hareketsizlik değil. Telaşsız ama istikrarlı bir varoluşun anahtarı gibi. İhtimalleri düşünmek ama hangisinin kayığına bineceğini bilmemek.
Fetva vermede ve gençleri yönlendirmede öne çıkan birisine, cihad akımı ve özelde bugünkü Afganistan'ın hükmü hakkında sorulduğunda, 'orası dârul-İslâm değildir' demiştir. Onun arkadaşı da aynı şeyi söylemiştir. Bu iki kişi küfür dârı olan Londra'da yaşamaktadır.
Kitabı ikinci okuyuşum çünkü zaman içinde var olan şemalarınızın üstüne yenilerini açınca farklı bakış açılarına sahip olabiliyoruz.
Finlandiya'nın geçmişten bugüne geçirdiği eğitim süreci ve eğitim sisteminin mükemmelliğinden bahsedilen kitabın kapak resminde Türkiye'nin olması çok trajikomik bir tez-antitez durum. Kendi ülkemdeki
Faruk Duman’la 2021’in o unutulmaz yazında “Sus Barbatus!” nehir romanıyla tanışmıştım. Çok daha evvelinden ismini duyduğum bu modern yazarımızın “Sus Barbatus!”larını (üç cilt) üst üste okumuş ve o zamanlar bu roman serisi için “21. Yüzyıl destanı” tanımlaması yapmıştım. Özellikle Yaşar Kemal’i çağrıştıran gövdeli bir üslubun yazarın özgün
Devrim Akalın / Hâlâ Sevenler Kulübü
Akıcı ve yalın bir dille yazılmış, mizah ve hüznün kolkola gezdiği, kadının ilişkilerdeki gücünü gözler önüne seren okunması keyifli bir kitap. Arkadaşlık ve dostluk tüm hikayenin ana temasını oluşturuyor.
Birbirine çok bağlı olan üç arkadaş; Sibel, Bilge, Belgin. Bu üç kadın sayesinde o kadar çok hayata
"Yere bambu bir mızrak düşmüştü. Tekmeleyince tangırdayarak içi boş bir ses çıkardı.Mızrağı elime alıp havaya kaldırdığımda gözyaşlarına boğuldum.Bambu mızraklara karşın atom bombası! Ah,bambu mızraklara karşı atom bombası! Trajikomik! Bu savaş değil. Savaş bu değil. İnsanlarımız sırf öldürülsünler diye vatan topraklarında sıraya diziliyordu. Bu ortadaydı..."
Kusursuz cinayet var mıdır?
Ahmet Ümit’in Başkomser Nevzat karakteriyle kaleme aldığı ilk kitap olma özelliğini taşıyor, Agatha’nın Anahtarı.
Kitaba ismini veren hikayeyle başlıyor ve toplamda 15 farklı vaka ile karşılaşıyoruz. Hepsi birbirinden ilginç, bazıları trajikomik olmakla birlikte, içlerinden bazıları epey etkileyici; Sevgilim Tiner, Davulcu Davut’u Kim Öldürdü?… gibi.
En iyi kitabı mı? Diye soracak olursan, daha iyilerini yazdı tabii ki, ancak kesinlikle şans verip okumalısın derim ben
Hicbir şey yapmama sanatı kisa yazılardan oluşan bir kitap. Konular günlük hayatan sıradan ama yazarın anlatım tarzı ile keyifle okuyorlar. Bazen eğlenceli bir hikayede,bazen trajikomik bir anın ortasında bulabilirsiniz kendiniz okurken. Kitabın dilde günlük hayatın yansıması afili sözler yok hata yer yer argolar kullanılmış. Günlük olayları günlük dil ile aktarıp bütünlük sağlamış yazar.
Harika bir kitap içeriğinde gerçekten trajikomik olaylar ve şahsiyetler var.Gelismekte olan bir ülkeyi teknoloji lanettir diyerek orta çağa döndüren mi dersin veya kendini 4 beyaza taşıtan Afrikalı bir lidermi dersin gerçekten hangisi daha komik daha uçuk karar vermek çok zor