Siz hiç çocukken, sırf hayatta kalabilmek umuduyla nefesinizi tutma çalışması yaptınız mı? "Babam beni gömüp gittikten sonra üstümdeki toprakları atarak dışarı çıkabilirim belki," diyerek...
Böyle bir umuda tuttundunuz mu?
Her zaman derim, "zordur her dönemde kadın olmak," diye. Eseri okuduktan sonra anladım ki en çok o
Öncelikle yazarın okuduğum ilk kitabı, ilk başlarda şaşırarak sayfalarını çevirmiş hatta cümleleri okurken zorlanmıştım çünkü; Yazar eserinde sadece nokta ve virgül kullanmış diğer hiçbir noktalama işaretlerini kullanmamıştı. İlk başlarda zorlansam da sonradan alıştım bu duruma. Ayrıca kitapta karakterlerin isimlerinin olmadığına da dikkat çekmek
Yeni bir alışkanlığı ne zaman ve nerede
gerçekleştirecekleri konusunda detaylı plan yapan insanların o işi tamamlamaları çok daha olasıdır. Pek çok kişi alışkanlıklarını bu temel detayları çözmeden değiştirmeye çalışıyor. Kendimize, “Daha sağlıklı besleneceğim,” ya da “Daha fazla yazacağım,” diyoruz ama bu alışkanlıkların ne zaman ve nerede olacağını asla söylemiyoruz. “Yapmayı hatırlamayı” ya da doğru anda motive olmayı şansa ve umuda bırakıyoruz. Uygulamaya koyma niyeti, “Daha fazla egzersiz yapmak istiyorum,” ya da “Daha üretken olmak istiyorum,” veya “Oy kullanmalıyım,” gibi bulanık kavramları alıp götürür ve somut bir eylem planına dönüştürür.
Pek çok insan motivasyon sıkıntısı çektiğini sanır, oysa aslında netlik sıkıntısı çekmektedir. Ne zaman ve nerede eyleme geçeceğiniz her zaman bariz değildir.
Veee sonunda Tutunamayanlara zor da olsa tutunup bitirdim.:)
Öncelikle bir Türkçe öğretmeni olarak dilini, üslubunu ve yazılış tekniğini incelemek istedim. Kitabın cümleleri farklı ve birbirine bağlanmaları aşırı iyi bir şekilde yazılmış.
Kitabı baştan sona anlatan Turgut Özben sen ne kadar dokunaklı bir ruha sahipsin böyle selim için
Şükrü Erbaş’ın “İçimde bir çocuk, yalınayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek.” dizelerine,
“Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş,
yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür Hanım?” dizesini ekliyorum. Ve sonra “Çocukluk güzün dökülen yapraklar gibi” diyen Sezai Karakoç dizesinde başımı göğe kaldırıp Edip Cansever ile yeniden umuda sarılıyorum “Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk
Hiçbir yere gitmiyor.”
Sizce de öyle değil mi?
"Sana buraya bazı şeyler koyuyorum. Yol boyunca aklında olsun. lazım olursa açar okursun. Olmazsa da olsun, bir zararı yok, burada dursun."
Birhan Keskin, fakir kene
"Sabahları kitap mürekkebinin kokusunu içime çekmeyi severim."
En son okuduğum Vedat Türkali’ye ait kitaptaki “İnsan alçaklığına çarpmayan kitaplar, bilgiler, ne denli çekici görünürse görünsün yapma çiçek!” cümlesinin gerçekliği ve gerekliliği insan alçaklığının tarih boyunca sürdüğü, bu alçaklıkları durdurma zorunluluğunun insani bir sorumluluk olması noktasında ortaya çıkıyor. Bu sorumluluğu duyumsayan
Sabahın o sessiz ve soğuk ayazında telaşlı adımlarımla yürüyorum. Ellerimi ısıtmayı düşünüyorum bir ara zira eldivenlerle aramız pek iyi değil.. sonra vazgeçip o küçük sıcaklıktan, soğuğu yaşamı daha çok hissedebilmek adına ellerimi boşlukta dans ettiriyorum. Biraz mavilik alıyor gökyüzünden parmaklarım ve gün ışığının o küçük
“Sevdalinka” ya yazacağım incelememe nereden ve nasıl başlayacağımı bilemez haldeyim... Halâ yüreğim yanıyor... Hangi acıyı,hangi kaybı,hangi çaresizliği,dehşeti ve savaşın hangi kirli tarafını ele alacağımı bilemiyorum.
Evde kalmak zorunda olduğumuz şu günlerde Ayşe Kulin tuttu ellerimden,bir dost eli gibiydi kalemi tutan elleri...O yazdı bir