Siz hiç çocukken, sırf hayatta kalabilmek umuduyla nefesinizi tutma çalışması yaptınız mı? "Babam beni gömüp gittikten sonra üstümdeki toprakları atarak dışarı çıkabilirim belki," diyerek...
Böyle bir umuda tuttundunuz mu?
Her zaman derim, "zordur her dönemde kadın olmak," diye. Eseri okuduktan sonra anladım ki en çok o
Şükrü Erbaş’ın “İçimde bir çocuk, yalınayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğneyerek.” dizelerine,
“Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş,
yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür Hanım?” dizesini ekliyorum. Ve sonra “Çocukluk güzün dökülen yapraklar gibi” diyen Sezai Karakoç dizesinde başımı göğe kaldırıp Edip Cansever ile yeniden umuda sarılıyorum “Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk
Hiçbir yere gitmiyor.”
Sizce de öyle değil mi?
Veee sonunda Tutunamayanlara zor da olsa tutunup bitirdim.:)
Öncelikle bir Türkçe öğretmeni olarak dilini, üslubunu ve yazılış tekniğini incelemek istedim. Kitabın cümleleri farklı ve birbirine bağlanmaları aşırı iyi bir şekilde yazılmış.
Kitabı baştan sona anlatan Turgut Özben sen ne kadar dokunaklı bir ruha sahipsin böyle selim için
Öncelikle yazarın okuduğum ilk kitabı, ilk başlarda şaşırarak sayfalarını çevirmiş hatta cümleleri okurken zorlanmıştım çünkü; Yazar eserinde sadece nokta ve virgül kullanmış diğer hiçbir noktalama işaretlerini kullanmamıştı. İlk başlarda zorlansam da sonradan alıştım bu duruma. Ayrıca kitapta karakterlerin isimlerinin olmadığına da dikkat çekmek
“Sevdalinka” ya yazacağım incelememe nereden ve nasıl başlayacağımı bilemez haldeyim... Halâ yüreğim yanıyor... Hangi acıyı,hangi kaybı,hangi çaresizliği,dehşeti ve savaşın hangi kirli tarafını ele alacağımı bilemiyorum.
Evde kalmak zorunda olduğumuz şu günlerde Ayşe Kulin tuttu ellerimden,bir dost eli gibiydi kalemi tutan elleri...O yazdı bir
En son okuduğum Vedat Türkali’ye ait kitaptaki “İnsan alçaklığına çarpmayan kitaplar, bilgiler, ne denli çekici görünürse görünsün yapma çiçek!” cümlesinin gerçekliği ve gerekliliği insan alçaklığının tarih boyunca sürdüğü, bu alçaklıkları durdurma zorunluluğunun insani bir sorumluluk olması noktasında ortaya çıkıyor. Bu sorumluluğu duyumsayan
Sabahın o sessiz ve soğuk ayazında telaşlı adımlarımla yürüyorum. Ellerimi ısıtmayı düşünüyorum bir ara zira eldivenlerle aramız pek iyi değil.. sonra vazgeçip o küçük sıcaklıktan, soğuğu yaşamı daha çok hissedebilmek adına ellerimi boşlukta dans ettiriyorum. Biraz mavilik alıyor gökyüzünden parmaklarım ve gün ışığının o küçük
•Bizim aydın yazarlarımızın bir sürgün öyküsüdür gider. Edebiyat tarihimizde sürgüne gönderilmemiş kaç yazar, kaç şair var, iki elin on parmağını geçer mi sayıları? Ama sürgün var, sürgün var, Halikarnas Balıkçısı gibi sürgününü mavi sürgüne dönüştüren, bir bölgeyi doğası, denizi, insanı ile cennete çevirenler var. Hasan Ali Yücel gibi bütün bir
Karamsarlık sarar tüm hucreleri;
Her şey üstüne üstüne gelir
Artık çıkacak bir yolun yokmuş gibi hissedersin.
Boşuna yaşadığını düşünür
Ölmek istersin
Hiç bir şey yolunda gitmez
Ve karanlığa doğru yol alır
Bu kitap maalesef yaşanmış gerçek bir olaya dayanıyor. Okunma sayısına bakacak olursak pek fazla okurun dikkatini çekmemiş ya da bu kitaptan insanların haberi olmamış. Tıpkı Aziz BineBine ve arkadaşlarından haberdar olmadıkları gibi. Burada yazdıklarım kitabın okura vermek istediği mesaj karşısında son derece değersiz ve yetersiz kalacaktır.
Bugün her zamankinden daha farklı, uyanmadım. Dünüm ya da bir önceki günüm nasılsa o monotonlukla çıktım yataktan. Ne bir eksik bir fazla. Yer soğuktu, çıplak ayakla daha hissedilir oluyormuş, birde beden yeni yataktan kendini çıkarınca, bütün vücuda bir titreme, bir kendini soğuğa alıştırma süreciyle boğuşuyor. Olsun, alışıyoruz sonra her şeye