İçerisinde on dokuz kısa öykünün bulunduğu bir eser. Öykülerde Sait Faik'in kelimelerle çizdiği; denizi, adası, sandalı, balığı, balıkçısı, yeşil doğası bol bir tablo var. Öyle şiirsel ve etkileyici bir anlatımı var ki, okurken, sandala binip kürek çektim açık denizlerde... Ben kürek çekerken Apostol Efendi ağları bıraktı derin sulara. O sıra yunuslar aktı geçti yanımızdan, Yassıada'dan Sivriada'ya doğru, bata çıka yüzdüklerini gördüm. Ucuna istavrit taktığım oltayı attım denize doğru, bekledim...
Sait Faik'le sahilde kolkola yürüdük beraber. Yorulduk, Barba Antimos'un yaptığı duvara yaslandık bir vakit. O anlattı, ben dinledim. Dertliydi, "yazmasam deli olacaktım" dedi, "kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı" dedi. Sessizce durdum, güneşin denize batıp sönüşünü izledim. Mercan Usta'nın yaptığı, üstünde "Gün ola harman ola" yazan boyacı sandığını öyle bir anlattı ki mübarek, ayakkabılarını boyatmak için üstüne koymaya kıyamazsın... "Ne Mercan Usta'ya, ne kilimleri dokuyan ellere, ne çeşmibülbülleri üfleyenlere saygı duyduk. Saygı duymadık da ne oldu? Dünyayı birbirine kattık" dedi. Çok düşünüyor, çok kafaya takıyor dedim içimden. Elimizde yakaladığımız karagözlerle yürüdük manzarası güzel bir yere. Balıkları kızarttık, iki tek attık, güldük, eğlendik. "Düşünmeye başlayalı beri bir gün sarhoş olmadan gülmedik" demişti. Hani haksız da değildi... İyi okumalar...