Doğruydu bu. Efendim bu sözleri söylerken kendi vicdanım, kafam bana ihanet etmeye başladılar; ona karşı gelmekle suç işlediğimi ileri sürdüler. Zaten yaygara koparmakta olan duygularım kadar yüksek çıkıyordu şu anda sesleri, “Ah, ne olur, boyun eğ!” diyorlardı. “Onun çekeceği acıyı, onu bekleyen tehlikeleri düşün. Yalnız kalınca düşeceği durumları düşün. Ne kadar dik kafalıdır, aklından çıkarma. Umutsuzluğa kapılınca kendini kapıp koyuverecektir. Avut onu, kurtar. Sev onu. Söyle: ‘Seni seviyorum, senin olacağım!’ diye. Dünya yüzünde senin yaptığından zarar görecek kim var? Kim umursuyor ki seni?” Bunun karşılığı da yılmak nedir bilmeyerek yükseldi: “Kendimi umursuyorum ben. Ne kadar yalnız, ne kadar kimsesiz, ne kadar kolsuz kanatsız kalırsam, kendi kendimi o kadar sayacağım. Tanrı’nın buyurduğu, insanoğlunun kitaba yazdığı yasalara boyun eğeceğim. Aklım başımdayken öğrendiğim kurallara bağlı kalacağım. Şu anki duygularım, düşüncelerim sayılmaz; çünkü aklım başımda değil, deliyim. Yasalar, kurallar da tehlikesiz zamanlar için değildirler ki! İnsanın şeytana uymak üzere olduğu, ruhuyla, bedeniyle bu kurallara başkaldırdığı zamanlar içindir. Sert, katı da olsalar boyun eğeceğim onlara. Her önüne gelen kendi kişisel durumuna göre bu yasaları, kuralları bozmaya kalkarsa ne yararları kalır! Oysa bunlar yararlı, değerli şeylerdir. Oldum olası inanagelmişimdir buna. Şu anda inancım sarsıldıysa çılgınlığımdandır. İyice çılgınlaştım ben. Damarlarımda kan yerine alev akıyor, yüreğim deli gibi atıyor. Bana destek olarak, yalnızca eskiden edindiğim inançlar, ilkeler var. Bunlara sımsıkı sarılacağım.”