Ayfer Tunç, Evvelotel’le bize bir kez daha gösterir ki, güzel ‘tasvir’ eder, arı duru anlatır, en karmaşık, hülasa edilemez acıları en sade dile getirir ve hep bir hikaye lezzetini dimağa armağan eder. Son olarak size Doğru’nun öyküsünü salık veririm. Türkçede okuduğum en nadide öykülerden biri bu. Samimiyet dersi ancak bu kadar kısa, dokunaklı ve samimi verilebilir. En doğrusu sözü kendisine bırakmak: “Yığınla konuşan dudak görüyordu, hep bir ağızdan konuşuyorlardı üstelik, bir şey anlamıyordu, felçli çocuk bozadan vazgeçmişti, kek yemek istiyordu şimdi de. Bu insanların adlarını aklında tutması imkansızdı, herkese birden nazik olması imkansızdı, çok yorgun hissetti kendini hayalleri yıkılmıştı. İki bardak çay içip bir dilim de üzümlü kek yedikten sonra müsaade istedi. Görüşürüz dedi Asude’ye, bir daha görüşmedi. Budur mesele.” Evet bu çözü(l)m(e)di/ür aynı zamanda. Mesele de burada başlar. Siz bakmayın öykünün sonu olduğuna. Ayfer Tunç bize yeni öyküler anlatacağını ifade etmektedir böylece.
KENDİMDEN ÖZÜR diliyorum...
Yaşadığım süre boyunca hep MERHAMETİMİN arkasından yürüdüm, beklentilerimi arkada BIRAKTIM. Kimseden bir şey BEKLEMEDİM, doğrusu bu sanıyordum çünkü. Yaşadıklarımı yaşayamadıklarımı İÇİMDE sakladım, SUSTUM bastırdım olsun dedim İNSANLIK bende kalsın. Verdim, hep VERDİM karşılığını alıp alamadığıma BAKMADAN, aslında
Herkesin bir hikayesi var. Bazılarının kendi yaşadıklarından kesitler, bazılarınınsa yaşayamadıklarından... İnsan olarak bi şeyleri hayal etmeden duramayız. Kafamızda türlü türlü şeyler döner durur. Her geçen anla birlikte birçok hikaye yazarız aslında cok da farkında olmadan. Bu kitaba ne kadar objektif yaklaşıp inceleme yazabilirim bilmiyorum. Fakat bunu yine de deneyeceğim. Çünkü benim çok saygı duyduğum biri tarafından yazıldı ve benim için çok değerli. Neyse gelelim incelemeye.
Kitap içinde birçok kısa hikaye barındırıyor. Kimileri anı tarzında kimileriyse sadece düsünce dünyamızdan geçen şeyleri kapsıyor. Ve her birinin aslında hayatla ilgili söylediği o kadar güzel şey var ki... Anne, baba, çocuk, kardeş ya da köy, kent, toplum, kimlik. Örnekler çoğaltılabilir. En nihayetinde hayatla ilgili çok değerli tespitler yapıyor ve sizi okurken karakterle bütünleştiriyor. Bir çocuğun dünyasındaysanız mesela o çocuk oluyorsunuz ya da ömrünün son demlerine gelmiş yaşlı ve yorgun bir adamın dünyasındaysanız o adam oluveriyorsunuz. Ben okurken keyif aldım. Mutlaka okumanızı öneririm.
Şundan söz etmeden de bu incelemeyi sonlandıramayacağım. Kitabın önsözünde yazar "okuyucular için zaman kaybı olmaması temennisiyle..." demiş. Bütün bu yaşanmışlıklar illaki kişiye bir şeyler katar diye düşünüyorum. Ya da hiç olmazsa eskiyi hatırlar, içi sıcacık oluverir ve keyifli zaman geçirir insan. Hadi bütün bunları da bir kenara bırakalım. Kitap boyunca geçen kelime zenginliği için bile okumaya değer. Üstelik geldiğimiz şu zamanda 3 5 kelimeden fazlasını kullanamıyorken... unutulmaya yüz tutmuş güzel türkçemizin güzel kelimelerini...
Her Sabah Seninle Başlar
Önce gözlerin girer odamdan içeri Sonra ellerin, saçların dudakların Bir bir hatırlarım Her sabah senin olan ne varsa Yüzüm aydınlanır Şarkılar söylemek gelir içimden Yakında bir kuş öter Uzaklarda bir tren sesi Sonra kornalar, çocuk ağlamaları Vapur düdükleri Sesler bir uğultu halinde yükselir büyük şehirlerden Ve
Bir baba, yorgun argın eve döndüğü bir akşam, beş
yaşındaki oğlunu kapının önünde kendisini beklerken bulmuş.
Birlikte eve girerken, çocuk “Baba, bir saatte ne kadar para
kazanıyorsun?” diye sormuş. Zaten ofiste yorulmuş olan
adam,
“Bu seni ilgilendirmez” yanıtını vermiş oğluna. Bunun
üzerine çocuk,
“Lütfen babacığım, bilmek istiyorum” diye
ısrar etmiş. Adam da “Yirmi lira” diye kısa bir yanıt vermiş.
Çocuk bu defa,
“Peki bana on lira borç verir misin?” diye
sormuş. Adam iyice sinirlenmiş “Bak senin saçma sapan
oyuncakların için sürekli para veremem, tamam mı!” demiş.
Çocuk,
“Ama ben oyuncak almak için istememiştim ki”
deyip, üzgün bir biçimde odasına çıkmış. Aradan bir saat
kadar bir zaman geçince, adam oğluna parayı neden istediğini
bile sormadığını fark etmiş. Gerçekten gerekli bir şey için
istemiş olabileceği aklına gelince de, oğlunun odasına çıkmış
ve kapıyı açmış.
Çocuk yatağında uzanıyormuş. Babası,
“Uyuyor musun?”
diye sorunca “Hayır” yanıtını vermiş küskün bir sesle. Adam
ona yaklaşarak,
“Al bakalım on lirayı” demiş. Çocuk sevinçle
yattığı yerden doğrularak “Teşekkürler babacığım” demiş ve
yastığının altından bir miktar para daha çıkarmış. Babasının
yüzüne bakarak, sessizce elindeki paraları saymaya başlamış.
Adam büyük bir hiddetle “Madem paran var, neden hala
istiyorsun?” diye çıkışınca çocuk,
“Ama yeteri kadar yoktu
ki” demiş. Sonra da “İşte yirmi lira, bir saatini satın alabilir
miyim?” diyerek elindeki bütün parayı babasına uzatmış.
Bazen hayatta parayla satın alamayacağımız şeyler vardır.
Bir baba, yorgun bir haftanın sonunda, bir Pazar günü
uyanır ve eline gazetesini alıp, bütün gün evde dinlenme
planları yapar. Tam bu sırada, oğlu koşarak gelir ve ne zaman
dışarı çıkıp parka gideceklerini sorar. Baba oğluna söz
vermiştir. Onu bu hafta sonu parka götürecektir ama hiç
dışarıya çıkmak istemediğinden dolayı bir bahane uydurması
gerekiyordur. Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı
dünya haritası gözüne ilişir.
Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırır ve oğluna
“Eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni parka götürürüm” der.
Sonra düşünür ve “Onun bu haritayı tamamlaması tüm
gününü alır, ben de rahat rahat evde keyif yaparım” der.
Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına
koşarak gelir ve “Baba, haritayı tamamladım, artık dışarıya
gidebiliriz” der. Adam önce inanamaz ve görmek ister.
Gördüğünde ise, hayretler içinde kalarak, bunu nasıl yaptığını
sorar.
Çocuğun cevabıyla babası utanç içinde onun ellerinden
tutarak çocuğunu parka götürür ve parayla pulla satın
alınamayacak bir ders alır küçük çocuğundan,
Çocuk; “Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan resmi
vardı. İnsanı düzelttiğim zaman dünya kendiliğinden düzeldi”
yanıtını verir.
İnsan düzelince, tüm dünya düzelir…
..... aslında belki de hiç çocuk doğurmaması gereken, büyük ihtimal yanlış zamanda, yanlış kocadan, yanlış nedenlerle doğurduğu çocukların yükü altında ezilmekten yorgun olan kadınlardandı Selda,..
DERİNDESİN RÜYA KADAR DERİNDE
Seni bir kilimin nakışlarında
devlerin şimşekli bakışlarında
kanı sevgi olan hatıraların
göklere uzayan yokuşlarında
bulamaz ayağı prangalılar
Hem çevremde hem de bu sitede tanıdığım nitelikli okurlar var. Benim için nitelikli okur olmanın kriterlerinden bence en önemlisi kendine özgü bir okur kimliği oluşturabilmiş olmaktır. "Yapay" "zorlama" nitelikli okurlar da var. Onları ayırt edebildiğiniz zaman okur kimliğini elde etme yolunda adım atmış olursunuz. Kimisi
Çocuk yazmasını bitirmişti, okudu: ’"Daha Güzel Bir Hayat Bence Nasıl Olabilir': Hava ne soğuk, ne çok sıcak olsun isterim. Ilık bir rüzgâr her zaman esmeli, bazan da insanın çömelip kalmasını gerektirecek bir fırtına çıkmalı. Otomobiller yok olacak. Evler kırmızı olsa. Çalılıklar altın olsa. İnsan her şeyi bilse de hiçbir şey öğrenmek gerekmese. Adalarda yaşasak. Caddelerde otomobiller açık durur, yorgun olan binebilir. Zaten hiç mi hiç yorgun olmaz insan. Otomobiller kimsenin değil. Akşamları hep uyanık kalırız. İnsan neredeyse orada uyur. Hiç yağmur yağmaz. Her arkadaş dörder dörderdir, tanımadığımız insanlar yok olur. Bilinmeyen her şey yok olur."
'' Gün boyunca o önemli işlerle yoğrulmuş eve gelecek, yüzü kasılmış, yorgun. Ben hep endişe içinde, acaba artık beni sevmiyor mu, aldatıyor mu, bu akşam saçımı okşamadı, gece yatakta sarılmadı, saçımın modelini fark etmedi. O ise beni sevecek, içinden.''
''...Ve eksikler yaşamımda artacak artacak. Çoğalıp duran acabalar, iç sıkıntıları, yürek çarpıntıları, Ve geçip giden yıllar ve yokluklar, arayışlar, eksiklikler arttığı halde çekip gidememek. Bırakamamak hiçbir şeyi. Belki bir çocuk. Belki, o büyüsün de öyle giderim. Donuk bakışlarla, mutluyum sanarak, hep bir eksiklikle o büyüsün de, öyle diye geçip giden yıllar.''
Elimde tuttuğum yorgun hayallerim , körün değneği gibi yol göstermeye devam etmeye çalışsa da, çocuk yanım kıpraşıp dursa da bir kenarda , yepyeni şarkılar savuramıyorum gökyüzüne .
Fitneden kargaşa doğar. Kargaşadan milyonlarca mazlum zarar görür. Hükümetin yanlış icraatlarını düzeltelim ve adaleti tesis edelim derken, daha büyük kötülüklere yol açılır.
Yine Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Musa ile Hz. Hızır arasında geçen bir olay hayli uzunca anlatılır.
"Hani Mûsâ, genç hizmetkârına demişti ki: 'İki denizin birleştiği yere