Saat 23:56. Yeni güne 4 dakika var. Ben iki gündür elimde olan kitaba bakıyorum. Aklım sakin de, yüreğim pek bir dalgalı.
Bahar yeşili Filiz’i düşünüyorum, adımları çocuk Mine’yi, dili binbir çeşni Arkadyus’u.
Sonra bir duvarı düşünüyorum.
Tepesinden aşağı duvarın öte yanı değil de, bambaşka bir dünya olan o duvarı.
Gitmediğim bir mahallede tur atıyorum, Şarampol diyorlar adına. İçinde Rengin var, Ali var. Kulağımda önce Arım, Balım, Peteğim’in neşeli nağmesine inat iç burkan sözleri..
.
Bir radyonun başına oturmuşum.
Filiz anlatıyor, Mine ablanın sesi geliyor arkadan, gitmediğim Şarampol’ü anlatasım geliyor onlara. Sizden sonra Şarampol aynı Şarampol değil diyorum. Denize karşı çayın tadı bi’ buruk.
.
Şükran Yiğit on dördünde, etekleri çiçek bir kızı anlatıyor. Serpiliyor o kız, rüzgar da görüyor, kar da.. İnanır mısınız bir devrin sonuna bile tanık oluyor o kız. Aşka da, dostluğa da, değişimin türlü haline de.. Şükran Yiğit, yaşsız bir hikaye anlatıyor. Gitmeyi de, bir umut beklemeyi de, sevmeyi de, vakti geldiğinde kalbe toprak atmayı da..
.
80 darbesini İstanbul’dan dinlemiş, Ankara’dan okumuştum çoğunlukla. Şimdi Antalya’dan hissettim. Berlin Duvarı’nın sonunu Kreuzberg’dan izledim. Dilimin dönmediği duygulara, dili aşina şarkılar eşlik etti.
Hepsi Şükran Yiğit sayesinde oldu.
Bir romandan fazlasıydı Burası Radyo Şarampol.
Okuduğum ilk klasik Ana’ydı, Filiz inan seni tanıdım ben..
Velhasıl pek sevdim, pek ısındım..