Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
2. Tanzimat sonrasından bahsediyor - 10 Temmuz (23 Temmuz)1909
Hatırımda kaldığına göre 10 Temmuzun ikinci senei devriyesi henüz idrak olunmamıştı. Bir gün Şehzadebaşında bir tiyatro binasında mühim bir konferans verileceğini edebiyat öğretmenimizden öğrenmiş ve bu gibi şeylere meraklı birkaç arkadaşımla konferans mahalline gitmiştim. Sahneye iki adam çıktı. Biri Yusuf Akçora Bey idi. Arkadaşını bize takdim
Sayfa 17
Hamdullah Suphi Tanrıöver bahsini tatlı ve sempati ile bitirelim. Bana en sempatik gelen fıkrasını, vaktiyle Müfide Ferid Tek Hanımefendi'den dinlemiştim. Bir gün yine dil bahsi ediliyormuş, mutad zevat, hepsi yine Atatürk'ün yanında, Yusuf Akçora Bey de orada ve Atatürk'e ısrar ediyormuş: - Bülbül doğru değildir, bunun asıl Türkçesi "bılbıl"dır, bundan böyle biz de bülbüle, bılbıl diyelim. Mustafa Kemal başa nerede ise bu teklife evet diyecek. Oradan yine inler ve ağlar gibi bütün ikna hünerini kullanarak, Hamdullah Suphi Bey: -Aman Paşam, aman Paşam, güzel ve tatlı bülbülümüzü, bılbıl yapmayalım, diye yalvarmaya başlar, Mustafa Kemal Paşa da Hamdullah Suphi Bey'in teklifini kabul eder. Demek ki, güzel ve tatlı bülbülümüz, bülbül kalabilmiş ise, bunu Hamdullah Suphi Bey'e borçluyuz.
Sayfa 101Kitabı okudu
Reklam
Türkçülük (siyaset bilimcilerinin pan-türkizm veya turanizmi), Türk dili konuşan, Rus boyunduruğu altındaki halkların kurtuluşu ve dayanışması fikri, Kırım'da İsmail Gaspıralı ile güçlü bir biçimde başlamış bulunuyordu. Ziya Gökalp gibi İsmail Bey, Türklerin çağdaşlaşması, uyanması için eğitim reformu istiyor, Kırım'da çıkardığı Tercüman gazetesiyle bütün Türk illerine, bu arada İstanbul aydınlarına yol gösteriyordu. Türkçülüğün programını Kırımlı büyük reformcu; Dilde, Fikir'de, İş'te Birlik sloganıyla özetliyordu. Gökalp İstanbul'da Kazanlı Yusuf Akçora, Azeri Hüzeyinzade Ali ve öbür Türkçülerin yayın organı Türk Yurdu yazı ailesine heyecanla katıldı.
Ahmet Ferit (Tek) önderliğinde kurulan ve "Türk" adını taşıyan ilk siyasal parti olma özelliğiyle tarihimizde önemli bir yeri olan Milli Türk Fırkası'na katılan Yusuf Akçora, kendini milliyetçi ve demokrat olarak tanımlayan bu fırkanın program ve siyasetlerinin belirlenmesinde de etkili olmuştur. Fırkanın "ulus" kavramını dil, kültür, eğitim ve hissiyat bağlamında tanımlaması, aynı zamanda etnik ve kültürel türdeşliğin Türkiye'nin ekonomik birliğiyle ve devletçilikle sağlanabileceğini savunması, takip eden dönemde Kemalizmin ekonomik-siyasal programını destekleyecek olan Akçura'nın fikirlerinin temelini de oluşturmuştur. Anadolu'da Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde başlayan milli kurtuluş hareketini destekleme kararı alan fırka, Aralık 1919 seçimlerinde, sadece İstanbul adayı Dr. Adnan (Adıvar) Bey'i meclise sokabilmiştir.
Türkçülüğe de daha çok lisede kitaplar okuyarak geldim. Yalnızdım, sosyalizmi pek fazla tutmuyordum. Irk olarak Türktüm, Türkçülüğü seçtim. Türkçülük, yeni bir arayış, yeni bir bütünleşme ümidi idi. Elbette Yusuf Akçora'nın kitabını okuyordum: Türk Yıllığı. Etüt hocası yakaladı, bir de tokat attı. Türk Yurdu dergisini de muntazaman okurdum, senelerce çıktı, iyi bir kültür dergisiydi. Ayrıca büyük Türkçülerden Ahmet Hikmet'i okudum... Türkçülüğüm de teorikti, bedbaht bir nazariyeydi Türkçülük, kökü yoktu...
Sayfa 33 - İstanbul: İletişim, 2020.Kitabı okudu
Ziya Bey hakkında şimdiye kadar müteaddit tetkik eserleri ve makaleleri yazılmıştır. Bunların en dikkate şayan olanları, Saffeti Ziya Beyin Ziya Gökalp ve mefkûre atlı eseriyle, Edebiyat, zümresinden bir talebenin gayrı matbu tezi. Ziya Gökalp'in ölümünü müteakip biraderi Nihat Beyin İstanbul Türk Ocağında verdiği konferans, Merhumun eski muavini Necmettin Sadık Beyin tetkiki ve nihayet Akçora oğlu Yusuf Beyin Türk Yılında Gökalp'a tahsis ettiği sayfalardır. Ali Nüzhet Beyin bu yeni eseri, diğerlerine nazaran mühim hususiyetleri ihtiva etmektedir. Bu eserde Ziya Beyin aile hayatına ait şimdiye kadar bilmediğimiz tafsilât vardır. Eseri süsleyen resimlerden büyük bir kısmı da bu meyandadır. Malta mektupları bize göre eserin en büyük servetini teşkil etmekte ve bu filozof ve idealist Türkün en buhranlı zamanlarda bile kendinden çok, milletini, memleketini, ailesini düşündüğünü bir defa daha is bat etmektedir. Bu mektuplarda büyük bir iman ve istikbal ümidi içinde nikbin olan Ziya Bey, kızlarını karşısında tutarak bütün memleket gençliğine hitap etmektedir. Bilhassa refikasına hitaben yazdığı satırlarda maddî ihtiyaçların temini için biricik serveti olan kitaplarının satılmasını tavsiye etmesi ne kadar samimî, ne kadar acı ve ne kadar asildir.
Reklam
İsviçre'ye sığınan bu insanlar hiçbir zaman İsviçre'de kalacak değillerdi. Avrupa'nın diğer bölgelerinde olduğu gibi, bunlarında düşündükleri Türkiye'ye gitmek, orada yerleşmek ve dil, din ve geleneklerini korumakla birlikte doğacak çocuklarının da Türklük gelenek göreneği içinde büyümesiydi. Fakat Rus sefareti bunları da
Yakıp Kadri Karaosmanoğlu
1947-48 senelerinde İsviçre Büyükelçiliğinde bulunan Atatürk ve Türkiye'nin fazilet devrinin tanınmış milli yazarlarından, Yaban adlı romanı ile büyük şöhret kazanmış ve Türklüğün felaketlerinin sebeplerini dile getirmiş olan, özellikle Atatürk'ün sevgisini kazanarak diplomasi kariyerinden gelmediği halde sefir tayin edilen cennet mekan Yakup Kadri Karaosmanoğlu bulunuyordu. Yakup Kadri Bey, İsviçre'ye gelmeden önce birkaç senede Tahran Büyük Elçiliği'nde bulunmuş ve orada Azerbaycan Türklüğünü tanımış ve incelemişti. Bunun dışında Türkiye'ye Türk milliyetçilik akımını getirmiş olan Yusuf Akçora, Ahmet Ağaoğlu, Akdes Nimet Kurat, Sadri Maksudi Arsal, Abdülkadir İnan gibi devrinin milliyetçileri aynı zamanda Türklük ülküsünü Atatürk devrinde devlet felsefesi yaptırmış Ziya Gökalp'la birlikte çalışmış bir insandı. Bundan dolayı da Yakup Kadri Bey, bu Türk mültecilerine diğer sefir ve konsoloslardan ayrı bir ilgi ve muamele göstermeye başlamış ve Dişişleri Bakanlığına etkili bir rapor göndermişti.
Ziya Gökalp’ten sonra Yusuf Akçora da “Üç Tarz-ı Siyaset” isimli kitabında “Milleti Osmaniye ihdası teşebbüsünün vahiliğini” iddia ederek (sahife 4-6 ve 16-23) Tanzimatı tenkit ediyordu. Yusuf Akçora’dan sonra Yunus Nadi, Türk Yurdu ve İçtihad mecmualarına iktibas ve birincisi tarafından tecviz, ikincisi tarafından da tenkit edilen meşhur makalesiyle, Tasvir-i Efkârda (27 şubat 1329-1913) Tanzimatın iflâsını ilân ediyordu: “Tanzimatçılık usulü teceddüdü, esasatı metineye hiç de ehemmiyet vermeyen bir tehalükle garba teveccüh etmiş, her şeyi garptan almak tarikini ihtiyar ile şarkı hemen kâmilen denilecek bir halde ihmal eylemiştir.” “Tanzimatçılar mektep açtılar, lâkin medreseler hali sabıklarını muhafaza ederek kaldılar. Ortada Darülulûm olmak üzere hem mektep, hem de medrese bulundu. Bunların vechei tedris ve talimleri bittabi muhtelif gayeler takip etti. Çıkan netice mektebin de, medresenin de tam bir fayda temin edememesi suretinde tecelli eyledi. Tanzimatçılar ortaya adliye teşkilâtı çıkardılar, fakat mehakimi şeriye de muhafazai mevcudiyet eyleyerek tevziî adalet ve ihkakı hukuk bir mecrayi salime malikiyetten uzak kaldı.” “Milliyet meselesi ise Tanzimatçıların hiç hatır ve hayalinden geçmemişti. Binaenaleyh Tanzimattan itibaren terakki ve tekâmül namına atıldığı iddia olunan hatveler hep evham ve hayalâta istinat eylemişti. Bunun neticesi, kendi mahsusatı kavmiye ve milliyesine sahip bir millet halinde taazzuv edememekliğimiz suretinde tahakkuk etti. Tanzimatçılık gerçi iflâs etti, fakat bize de, işte görülüyor ki, pek pahalıya mal oldu.” Bu yazıdan birkaç gün sonra (2 Mart 1329-1913) Fuat Köprülü, gene Tasvir-i Efkarda
Büyük Harp başlarken, Türk Yurdunda (cilt 7, sahife 2510) Yusuf Akçora, “Yahya Kemal Beyefendiye” hitap ederek neşrettiği bir açık mektupda teklif ediyordu: “Birkaç arkadaşınızla beraber yeni bir edebî mektep kurmağa çalıştığınızı sizden ve bazı dostlarınızdan işittim. Nazariyelerinizi parça parça dinlediğimden zihnimde onları birbirine ekleyip ahenktar bir meslek haline getiremedim. Meselâ lisanı, edebiyatı Türkçeleştirmek, millîleştirmek, hayata, medeniyete bakışınızı garplılaştırmak, muasırlaştırmak istiyormuşsunuz. Bunu biz, Yurtçular da istiyoruz. Diğer taraftan “havza edebiyatı”, “nev yunanîlik”, “ritm meselesi” gibi mahiyetlerini hakkıyla anlayamadığım halde, bilmem neden, öteki maksadlarınıza pek de uygun gelmediğine zahib olduğum bediî nazariyeleriniz var. Bazı fikirlerinizin bazılarımıza böyle müphem, tezatlı, hattâ biraz garip görünmesinin başlıca sebeplerinden biri, hiç şüphe etmiyorum ki, nazariyelerinize muntazam, müteselsil ve mufassal bir surette muttali olmayışımızdır.” diyor ve mektebini izah etmesi için muhatabına Türk Yurdu’nun sahifelerini açıyordu. Fakat o gün bugün, yani tam yirmi dört seneden beri bu “havza edebiyatı” ve “nev Yunanîlik” nazariyelerinin ne olduğunu “muntazam, müteselsil ve mufassal bir surette” izah etmeyen Yahya Kemal, “Dergah” mecmuasında da olgun bir fikir sarahatiyle karşımıza çıkmamıştı (Ondan sonra bu “nev Yunanîlik” bahsinde ısrar etmemiş ve Türk şiirinde, iyi kötü bir hellenisme yapan tek şair Salih Zeki Aktay’dan başka hiç kimse görünmemiştir!)
29 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.