Bütünün unsurlarına geri dönüşü. Kendini yeni baştan yoklayışı. Filozofun dediği gibi ölürken yeni doğmuş gibi ölebilmek, bu dünyaya gelişiminizin sebebi. Toprağa dönüşümüz, böylesine bir yenilenme için.
İnsan ruhu, hakikat olmaksızın, yaşayamaz, hakikatten uzak kalamaz. Bir bakıma bunalım, ruhun hakikatten uzak kalışı, daha doğrusu uzak kaldığının bilincine varışından doğar.
Hayatımda mutlu günlerim olmuştu elbette, ama mesele sadece mutluluk değildi. Önemli olan yaşadığını, hayatın bir anlamı, bir değeri olduğunu hissetmekti.Elinde çiçekler tutan beyaz gelinlik giymiş bir kızın mutluluğu değildi bu. Daha derin bir varoluş sorunuydu. Dünyaya gelmiş olmamın bir anlamı var mı, bu yaşlı gezegen ya da üstünde yaşayan insanlara küçücük bir katkım oluyor mu gibi tuhaf soruların cevabıydı.
... Geçen gün şu pencereden aşağıya bakıyordum. Yüzlerce insan ortalıkta koşturup duruyor. Elli yıl sonra bu insanların çoğu yaşamıyor olacak. Yüz yıl sonra hiçbiri kalmayacak dedim içimden....
Piramitler ulaşmak için önünde hâlâ uzun bir yol vardı; ve bu sabah, bir gün, bir anından başka bir şey olmayacaktı onun için. Ama şimdi, şimdiki andı, devecinin söz ettiği bayramdı; bu ânı geçmişin dersleri ve geleceğin düşleriyle birlikte yaşamaya çalışıyordu.
Fotoğrafın tarihine baktı:1910 yazı.
1910 yazı... Çocukları, hatta torunları bile ölmüş olan şu insanlar resimde, yaşamlarının belli bir ânında donmuş olarak yaşıyorlardı...
Belki de şahsiyet dediğimiz şey bu, yani hâfızanın ambarındaki maskelerin zenginliği ve tesadüfü, onların birbiriyle yaptığı terkiplerin bizi benimsemesidir.
"Seni rahat mı bırakayım! Bu çok güzel, ama kendimi nasıl rahat bırakabilirim peki? Rahat bırakılmamaıza gerek yok. Aslında arada sırada rahatsız edilmemiz gerek. En son ne zaman rahatsız oldun? Önemli bir konuda, gerçek bir konuda?"