Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Cansu Ayman

Eğer biri, içimde hiç günah yok, diyorsa, Onun içinde hiç doğruluk yok demektir.
Reklam
Tanıdık bir kişinin ölümü, zihinlerde çeşitli yer değişikliği ve tayinlerle ilgili düşünceler oluşturduğu gibi, hepsinde de her zaman olduğu gibi, "İyi ki ölen ben değilim de o!" şeklinde bir sevinç yaratmıştı. Her biri: "İşte o ölüp gitti ama ben yaşıyorum." diye içinden geçiriyordu.
Sayfa 9
Modern resimdeki araştırmalar biliminkilerle ilginç bir biçimde örtüşüyor. Klasik eğitimde desenle renk birbirinden ayrılır: nesnenin uzamsal şeması çizilir, sonra da bu şema renklerle doldurulurdu. Oysa Cezanne şöyle diyor: "İnsan renk sürdüğü ölçüde desen çizer." Demek istiyor ki algılanan dünyada da, bu dünyayı dışavuran tabloda da nesnenin konturunu ve biçimini renklerin bittiği ya da değiştiği noktadan ayıramayız, her şeyi (nesnenin biçimini, kendine özgü rengini, fizyonomisini, yanındaki nesnelerle ilişkisini...) içeren renk cümbüşünden o konturu ve biçimi kesin çizgilerle ayıramayız. Doğa nesnelerin konturunu ve biçimini gözlerimizin önünde nasıl meydana getiriyorsa, Cezanne da onları öyle meydana getirmek ister: renklerin düzenlenişiyle. Renklerin dokusuna sonsuz bir özenle işleye işleye resmettiği bir elma da bu yüzden sonunda şişer ve akıllı uslu desenin dayattığı sınırlara sığmayıp çatlar.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Aynı yılların bir başka eğilimi, binalara yüce ilkelerin, değerlerin adlarını vermekti; ama annem yaptırdıkları apartmana "Hürriyet", "İnayet", "Fazilet" gibi adlar verenlerin, aslında bütün hayatlarını bu değerleri çiğneyerek geçirmiş kişiler arasından çıktığını söylerdi.
"Ha, ha, ha. Ne kadar şakacı bir insansınız Herr Settembrini." "Şakacı mı? Hınzır demek istiyorsunuz. Evet, biraz hınzırımdır," dedi Settembrini. "En büyük derdim hınzırlığımı böyle acınası nesnelere harcamak zorunda kalmam. Umarım, hınzırlığa karşı değilsinizdir mühendis bey. Benim gözümde hınzırlık, karanlık ve çirkin güçlere karşı en pırıltılı silahtır. Hınzırlık beyim, eleştirinin ruhudur ve eleştiri ilerlemenin ve aydınlanmanın özünü sağlar."
Reklam
...çünkü insanlar ne söylemeleri gerektiğini bilmiyorlar, sadece bir şey söylemek gerektiğini düşünüyorlar.
Bodin, konuyu daha da ileri götürerek bu yalın varlıkların, cinlerin, ruhların, meleklerin, iblislerin ve ölmüş insanların ruhlarının eğer cismani ise (ki kendisi bunu onaylar) ve bir şekli varsa ay ve güneş gibi kesinlikle daire şeklinde olduğunu, çünkü bu şeklin en mükemmel biçim olduğunu öne sürer -kenarı, köşesi, çarpıklığı, çıkıntısı olmayan en mükemmel şekildir.
Sayfa 196Kitabı okudu
Nietzsche özünde şunu söylemektedir: Yapmaya ve başarmaya can attığımız şeyler (olmayı umabileceğimiz türden bir insana dönüşmek) aslında ulaşılabilir mesafededir. Ama bu hedeflerin her birine giden yolun şöyle bir zorluğu vardır: Acı, hayal kırıklığı, kıskançlık ve hüsran dolu, insanın kendine kızdığı bir yoldur bu. Nietzsche iyi şeylerin hep böyle acılardan doğduğunu söyler. İyi şeyler, kendiliğinden geliveren şansın eseri değildir. Hayranlık duyduğumuz şeye (başarılı bir insan) dışarıdan bakarsak, yalnızca sonucu görürüz. Genellikle onun evrimsel geçmişini yakından inceleme fırsatı bulamayız. Istırap, korku, güvensizlik dolu gecelerini görmeyiz. Oysa böyle bir içgörü, tuhaf bir şekilde yüreklendiricidir. Acı çekmenin kendimizin en iyi versiyonu olmakta çuvalladığımızın göstergesi değil, tam tersine olmak istediğimiz -ve olmamız gereken- kişiye dönüşme sürecinin vazgeçilmez bir parçası olduğunu görmemize yardım eder.
Din, seçim ve uyum sağlama oyununu kısıtlar, çünkü herkese kendi mutluluk edinme ve acıdan korunma yolunu dayatır. Tekniği, yaşamın değerini düşürmek ve gerçek dünyanın tasarımını sanrılı bir biçimde çarpıtmaktır; bunun da ön koşulu zekanın sindirilmesidir. Bu bedel sayesinde, ruhsal bir çocuksuluğu zorla sabitleştirme ve kitlesel bir sanrıya dahil etme yoluyla, din pek çok insanı bireysel nevrozdan uzak tutmayı başarır. Ama bundan daha fazlasını da pek başaramaz. Söylemiş olduğumuz gibi, insanları mutluluğa götürebilecek pek çok yol vardır, ama insanı mutluluğa götüreceği kesin olan hiçbir yol yoktur. Din bile vaadini yerine getiremez. Mümin "takdiri ilahi"den bahsetmek zorunda kaldığında, acı karşısında kendisine son avuntu olanağı ve haz kaynağı olarak yalnızca koşulsuz boyun eğmenin kalmış olduğunu itiraf etmiş olur.
Başlıca ölümü yadsıma biçimlerimizden biri, kişisel "özel oluş"a, biyolojik zorunluluklardan muaf olduğumuza ve hayatın bize karşı başkalarına olduğu gibi sert davranmayacağına dair inancımızdır.
Reklam
Mary Wollstonecraft sürekli okuyor, filozoflarla, yazarlarla mektuplaşıyordu. 1700'lü yıllarda, demokrasiyle ilgili yeni fikirler gelişiyordu; her insanın eşit değerde olduğu, zengin ve güçlü olup olmadıklarına bakılmaksızın herkesin ülkesiyle ilgili kararlar verme hakkına sahip bulunduğu düşüncesi yayılıyordu. Fanny'nin hastalanıp ölmesinden sonra Mary grubun faaliyetlerine son vererek Londra'ya taşındı. Burada kitap yazmaya başladı. İlk kitabının adı Kız Çocuklarının Eğitimi Hakkında Düşünceler'dir. İki kızı oldu. Birinci kızının adının Fanny koydu. İkinci kızının doğumu sırasında hayatını kaybetti. O dönemde kadınların doğum sırasında ya da lohusalık dönemlerinde hayatlarını kaybetmeleri çok yaygındı. İkinci kızına onun adını verdiler, Mary. Mary Wollstonecraft Shelley de annesi gibi yazar oldu. Kaleme aldığı en ünlü eserinin adı Frankenstein'dır.
Oy! Nedir bu sahte, yalan gülüşler! Niçin gizliyorsun acını bizden? Büyülü gülüşünle olduğu kadar Acınla, hüznünle de güzelsin sen.
Eco son çalışmalarında, çağdaş eleştirel düşüncenin önde gelen çizgilerinden bazılarının -özellikle Derrida'dan esinlenmiş olup, kendi "yapıçözüm" olarak adlandıran ve öncelikle Paul de Man ile J. Hillis Miller'in yapıtlarıyla bağlantılandırılan Amerikan eleştirisi üslubunun- okura sınırsız, denetlenmesi olanaksız bir "okumalar" sağanağı yetkisi vermesi olarak gördüğü tarzından duyduğu rahatsızlığı dile getirmiştir. Eco'nun bu kitaptaki konferansları, "sınırsız semiosis" fikrinin yanlış temellük edilişi olarak gördüğü anlayışa karşı bu protestoyu geliştirerek, kabul edilebilir yorumlar yelpazesini sınırlamanın, dolayısıyla bazı okumaları "aşırı yorum" olarak belirlemenin yollarını araştırmaktadır. (Giriş: Stefan Collini)
Yas her zaman, sevilen bir kişinin ya da onun yerine konmuş vatan, özgürlük, bir ideal vs. gibi soyut bir değerin kaybedilmesine gösterilen tepkidir. ... Normal yaşam davranışından ağır sapmaları beraberinde getirmesine rağmen, yası hastalıklı bir durum olarak görme ve tedavisi için doktora havale etmeyi hiçbir zaman düşünmememiz de çok kayda değer bir durum. Belli bir zaman sonra yasın üstesinden gelinmiş olacağına güveniyoruz ve yası kesintiye uğratmayı yararsız, hatta zararlı buluyoruz.
Hayatın anlamını sormak zorunda olan insan değil, diyorduk, aksine, insana bu sorunun sorulduğunu; insanın hayatının ona yönelttiği sorulara cevap vermek zorunda kaldığını söylüyorduk. Yalnız buradaki her cevap "eylem"dir: "hayat soruları" yalnız davranışlarla samimi olarak cevaplandırılabilir; bu cevaplar bizim varlığımızın sorumluluğundadır. Ve varlığımız yalnız sorumlu bir varlık ise "bizim"dir.
1.543 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.