İnsanların Dünya karşısındaki kayıtsızlığını da işte tam bu anda kendi zihninde yakaladı ve babasının sözlerine bir anlam vermeyi başardı: Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı. Dünyaya olan kayıtsızlıkları bazen o kerteye varıyordu ki, kendilerine altın ve gümüşten, zevk ve sefadan, lezzet ve şehvetten bir âlem kurup, keder ve ızdırap fikirlerinin kafalarına girmesine izin vermiyorlardı. Oysa Uzun İhsan Efendi, Dünya'nın şahidi olmanın gerçek bir ibadet olduğunu sık sık söylerdi. Her insan şu ya da bu şekilde dünyayı okumalıydı. Kur'an'ın kendisi peygamberin dünyayı nasıl okuduğuna bir örnekti ve onun ardından giden herkes, dünyayı onun gibi okuyup şahadetlerini yazmalı ve bunları başkalarına aktarmalıydı. Dünyaya şahit olmanın yolu ise maceranın kendisinden başka bir şey değildi. Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk, bu Dünya'nın şahidi olmaktı.
Gerçek ve sürekli zaferi dileyen kişi, geçici zaferi hesaba katmaz, geçici olanı yürekten hor görmeyen kişi tanrısal olanı gerçekten sevmediğini gösterir.
Genel seçimler yaklaşınca, iktidardaki parti oy kazanmak için sokakları koftiden asfaltlayıp seçmenlerin gözlerini boyadı.Kolera Sokağı da güzelim parke taşlarının üzerine iğrenç asfaltı yedi.
-"Sen cerrah değilsin" dedi, "Bunu nereden öğrendin ve niçin öğrendin?"
Bünyamin artık bir kahraman gibi davranması gerektiğini anlamıştı.Ebrehe'nin hayatını kurtaran numarayı babası Uzun İhsan Efendi'den öğrendiği halde,
-"Bunu nereden öğrendiğimin hiçbir önemi yok" dedi, "Amacım seni kurtarmak da değildi.Sadece bu yöntemin etkili olup olmayacağını görmek istedim.Niçin öğrendiğime gelince:Ben bu dünyaya bilmek için geldim.Benim için kutsal bir erh varsa o da bilgidir, gerek bu dünyanın, gerekse öte dünyanın bilgisi.Bu yüzden öğrendiklerimi akıl terazisinde tartıp doğru olup olmadıklarına bakarım".
Kendisine gösterilen satırları defalarca okutan Kubelik, yeterince kakralama yaptıktan sonra tercümesini bir kağıda temize çekip Arap İhsan'a verdi.Fakat meyhanede okuma yazması olanlardan hiç kimse bu kağıda ne kadar baktıysa da bir şey anlamayı başaramadı.Elden ele dolaşan kağıt üç gün sonra mutfakta bulunacak ve bir dua olduğu sanılıp duvara
Şunu anlamak zorundayız: Bir prens, hele yeni bir prens insanlara iyi sıfatının layık görünmesini sağlayacak haraket tarzına uyamaz, çünkü devleti korumak için hemen her zama sözlerine, ahlaka, insanlığa ve dine aykırı davranmak zorunda kalacaktır.Bu yüzden, prensin şans rüzgarlarına ve olayların gidişatındaki değişimlere uygun olarak yön değiştirmeye hazır bir zihinsel yapısı olmalıdır ve az önce anlattığım gibi, elinden geldiğince iyilikten uzaklaşmaması ama zorunlu kaldığında kötülüğe adım atması gerekir.Bu nedenlerden dolayı, bir prens daha önce anlattığım beş nitelikle bezenmemiş tek bir sözün bile ağzından çıkmamasına büyük dikkat göstermeli, onu işiten ve görenlere merhametin bizzat kendisi, sözüne sadakatin bizzat kendisi, dürüstlüğün bizzat kendisi, dinin bizzat kendisi gibi görünmelidir.Bu son niteliğe sahip olmaktan daha önemli bir şey yoktur.
Yüce, soylu düşüncelerin ve haraketlerin monarşik düzenlerde asla kovuşturulmaduığını; aklın, şiirin, sanatın yaratılarının monarşik düzenlerde asla küçük görülmediği, Shakespeare'lerin, Moliere'lerin monarşinin koruyucu, kollayıcı kanatları altında ortaya çıktıklarını, oysa Dante'nin cumhuriyetçi yurdunda hayat hakkı bulamadığının bir gerçek olduğunu, tüm büyük yeteneklerin, dehaların, monarşik devletlerin şahlanışları dönemlerinde ortaya çıktıklarını, yoksa ne idüğü belirsiz cumhuriyetçi, terörist yönetimlerinve buna benzer siyasal yapıların insanlığa tek bir ozan bile armağan edemediklerini;insan ruhun anarşi, kargaşa değil, barış, huzur, dinginlik armağan eden ozanların ressamların baş tacı edilmeleri gerektiğini; aslında imparatorluk tacındaki incilerin, pırlantaların ve bütün öteki değerli taşların bilginleri, ozanları ve tüm öbür sanatçıları simgelediğini, hükümdarların saltanalarını bu insanların güzelleştirdiğini, ışıttığını söyledi.
Sayfa 127 - İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu