En önemli davamızı tutup cehaletin, adaletsizliğin ve kararsızlığın anası olan halkın oyuna bırakıyoruz. Akıllı bir insanın, hayatını düşüncesiz bir sürünün oyuna bırakması akıl kârı mıdır?
Evlenmeyi düşündüğüm kişi birbirimizin en mahrem, en güçlü tanığı olacağımızın farkında mı? En güçlü ve en mahrem tanık olmanın sorumluluğunu alacak akıl ve duygusal olgunluğa sahip mi?
İnanç ve değerlerini kendi seçimleriyle oluşturmuş biri mi, yoksa bir kültür robotu olarak kalıplanmış biri mi? Evlilikten Korku Kültürü'nün BEN ilişkisini mi bekliyor yoksa Değerler Kültürü'nün BİZ ilişkisini mi?
Duygularının farkında mı? 'Geçim ehli olmak'tan ne anlı yor? Haksız olduğunda özür dilemek, gönül almak, ortak değerleri ilişkide yaşatmak gerektiğinin bilincinde mi? Özür dilemeyi kendine olan saygısını kaybetmemek için mi yapıyor, yoksa gelecek bir kötülüğü engellemek için mi? Karı-koca ilişkisi içinde mahrem, kırılgan, incinebilir yönlerimi açabileceğim bir can dostu mu, yoksa en yakınıma sızmış bir yabancı mı?
Evlenmeden önce müstakbel eşinizi tanımaya çalışmak ve anlamak olgun bir insan olarak sizin sorumluluğunuzdur.
Evlendikten sonra, "Sen niye böylesin!" diye suçlamak ve onu değiştirmeye çalışmak fayda etmez; yazık olur, mutsuz evlilikler kervanına bir de sizinki katılır!
Bu durumu kötüleştiriyordu. Belli ki Uraz burada dinlenme ihtiyacı bile hissetmemişti, ya da hissettiyse bile dinlenmek için buraya girmemişti. Bu da demek oluyordu ki olabildiğince az dinlenerek kapıya gitmeye çalşıyordu. Biz ise bunu yapabilecek bir dörtlü değildik. Hemen acıkmışlardı ve hemen dinlenmek istemişlerdi. Onlara bunun için kızamıyordum, platonun içinde yürümek akıl karı bir iş değildi. Oysa böyle dinlenerek Uraz'ı yakalayamazdık, ona yetişemezdik. Belki bunu ben yapabilirdim ama onlar yapamazdı. Bulut sağlığına takıntılı derecede önem veriyordu, Nisan zaten hassastı, Eren Nisan'ı bırakmazdı, benim ise bana göre yaşamamın bir anlamı yoktu. Şu meşhur görselde arabanın üzerine yatıp "Benim canımın bir kıymeti yok." diyen o çocuk gibiydim. Bu da tek bir sonuca varıyordu.
Belki Uraz'ın yolundan ilerlemeliydim? Onları bırakıp gitmeli ve ona yetişmeliydim. Böylece ne Uraz yalnız olacaktı ne diğerleri.
Bütün fani nimetler bir kişide toplansa ve o, huzur ve
saadet içinde bin yıl yaşasa ne fayda! .. Sonunda gireceği
yer, şu bastığımız kara toprağın altı değil midir?! İnsan ibret almaz mı ki, her fani varlığın tazelik ve zindeliği zaman değirmeninde daimi bir sürette öğütülmektedir. Ahiretten habersiz yaşanan bir dünyada nefsani hayatı besleyen iltifatları kalıcı, dünya oyuncaklarını da sahici zannetmek, ebedi istikbal adına ne korkunç bir aldanıştır! .. İmam Şafi Hazretleri'nin ifadesiyle: "Kervanların, yolculuk esnasında ev inşa etmeleri akıl kârı mıdır?"
Böyle gafilane yaşanan bir hayat; çocuklukta oyun,
gençlikte şehvet, erginlikte gaflet, ihtiyarlıkta elden gidenlere hasret, bin bir türlü çırpınış ve nedametten ibarettir. Halbuki ölüm, insanı her an pusuda beklemektedir. Ahiret düşüncesinden mahrum bir vaziyette dünya ferahlığı elde etmek için dünya süslerine bürünerek son gününe kadar fani lezzetlerle yorulanların hali, ne hazin bir ömür israfı ve ne acı bir tükeniştir! ..
Hiç ölmeyecekmiş gibi zamanlarını helak edenler, bir gün o ziyan ettikleri zamanlar için ne büyük bir nedamet ve hasret duyacaklardır! ..
ÖYLE BİR HİKÂYE
Sinemadan çıktığım zaman yağmur yine başlamıştı. Ne yapacağım? Küfrettim. Ana avrat küfrettim. Canım bir yürümek istiyordu ki... Şoförün biri:
– Atikali, Atikali! diye bağırdı.
Gider miyim Atikali'ye gecenin bu saatinde, giderim. Atladım şoförün yanına. Dere tepe düz gittik. Otomobilin buğulu, damlalı camlarında kırmızı,
Aklın araçsallaştırılmasının akla, bilimin dinselleştirilmesinin (bilimselciliğin) bilime karșı çıkmamıza bir gerekçe oluşturamayacağı gibi, tekniğin yanlış kullanımı da, teknolojinin reddine götürmemelidir bizi.