“Anne, çok kötüyüm, ölüyorum galiba,” dedim.
“Tövbe de kuzum. Ne ölmesi... Nazar değdi sana. Ondan oldun böyle.”
Annem gitti, yan odadan büyücek bir battaniye getirdi ve onu yere serdi. Masanın üzerinde duran boş reçete kâğıtlarından birini aldı eline. Diğer eline de perdede saplı duran dikiş iğnelerinden birini. Merak ve biraz da çaresizlikle izliyordum yaptıklarını.
“Hadi, yat battaniyenin üzerine,” dedi.
“Ne yapacaksın?” dedim. Cevap vermedi.
Yataktan inerek yere battaniyenin üzerine sırtüstü yattım. Annem, elindeki boş reçete kâğıdını iğneyle delerek, bir yandan mırıl mırıl dualar okuyor, bir yandan da Kızılderililer gibi etrafımda dönüyordu. Beş altı tur attıktan sonra, sobanın yanından aldığı kibritle delik deşik olmuş reçete kâğıdını yaktı. Küllerini yine dualar okuyarak üzerime serpti. Başımdan ayak ucuma kadar sıvazlayarak işini bitirdi.
“Hadi kalk kuzum, bir şeyin kalmadı,” dedi.
Kalktım, yatağa uzandım. Çok iyi hissediyordum kendimi. Titremelerim geçmiş, ateşim de dinmişti. Abdest almak için banyoya doğru giden annemin arkasından, dayanamadım konuştum:
“Babam haklıymış. ‘Oğlum, annen diplomasız doktordur, derdi de inanmazdım.” “İyi doktormuşsun valla... Yalnız, yarın hemşirelerin yanında falan söyleme yaptıklarını.”
Dualarının içine karıştı gitti cümlelerim.
Pardon saat kaç diye sordum yanımda otobüs bekleyen kadına. Onu on geçiyor dedi. Teşekkürler dedim. Arkamı dönüp omzuma çapraz olarak taktığım çantamdan telefonumu çıkarıp çaktırmadan saate baktım. Hayır onu on geçmiyordu. Onu sekiz geçiyordu. On demek sekiz demekten daha mı kolaydı? Neden hep sayıları yuvarlayarak söyleriz ki? Altı geçseydi beş
"Önce iyi yönlerinizi hatırlayın, öfkeniz geçince de o davranışı konuşun. Öfke anında birbirinize öğüt vermeyin ve uyarmayın. Kimse öfkeliyken bir şey anlamaya ve öğrenmeye müsait değildir." derdi annem.
EFELYA'dan...
........
Elif, Ferhat'ı daha yakından tanımak için, çocukluğuna dair hatıralarını anlatmasını istedi ondan; sonra sesine bir avuç fesleğen katıp:
“Dur, önce anneni anlat, çok merak ediyorum, yaşıyor değil mi?”
“Yaşıyor değil mi?” cümlesiyle Ferhat birdenbire dağılmıştı.
“Hayır, yaşamıyor; çocukken kaybettim
Deli miyiz? Ne saçmalıyoruz? Gidip yatalım, sabah ola hayrola. Annem o an orada olsa, derdi bak. “Gündüzün şerri gecenin hayrından evladır, gidin yatın çocuğum, sabah olsun hele bir.”
“Annem çok zorluk çekti. Ben büyük çocuk olduğum için onun neler yaşadığmı gördüm. O her ağladığında babam gibi bir adam olmayacağım dedim. Böyle dediğimde babam dalgaya vurur, büyüyünce görürüm ben seni derdi. Sırf onun gibi olmamak için okuyup İstanbul’daki üniversiteyi kazandım. Şehirdeki erkeklerin kadınlara nasıl davrandıklanm gördüm, ünlü şairlerin şiir kitaplarım okudum. Romanlar okudum, gazeteler okudum. Babam gibi olmamak için her şeyi okudum anlayacağın.”