Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Milâttan 174 sene evvel, Çin’­den Türk hükümdarına bir prenses getirmek üzere Türk sarayına gelen Chung - hang Yüeh ismindeki Çinli sefir, Türklerin Çin medeniyetine karşı gösterdikleri taklit temayülü­nü Türk hayatı için muzır gördü. Bu zat, Türkleri sevdiği için Türk sarayında kaldı, bir daha Çin’e dönmedi. Bu zamanda Türkler muzafferiyet ve millî ittihat neticesi olarak zenginleşmişlerdi. Önlerinde Çin harsı gibi âlâyişe, debdebeye dalmış yeni bir dünya görüyorlardı. Bu harsın yiyecekleri, giyecekleri, modaları yavaş yavaş Türklerin arasına girmeye başlamıştı. Çinli vezir, bu halin tehlikelerini gösteriyor, onları uyanmaya davet ediyordu. Türk’ün bütün işi gücü ya sık ağaçlı ormanlarda ava gitmek yahut ovalarda sayısız sürülerini otlatmaktı. Böyle bir hayat yaşayanlara, Çin’de dokunulan ipekli kumaşlar değil, kendilerinin yaptıkları deriden ve kürkten elbiseler elverişli idi. Yoğurt, kımız, peynir, tereyağı, kaymak gibi sütten yapılan yiyecekler, leziz av etleriyle sürülerinin besili hayvanları Çin yemeklerinden daha faydalı ve güzeldi. Eğer Türkler, Çinlilerin âdetlerine uyarlarsa, onların hububat ve zahirelerine, ipekli elbiselerine alışacaklarından, bir gün Çin devletinin hakimiyeti altı­na girmeyi o kadar fena görmeyeceklerdi.
Eski Türklerde kadınlar umumen amazondular. Cündîlik, silahşörlük, kahramanlık, Türk erkekleri kadar Türk kadınlarında da vardı. Kadınlar, doğrudan doğruya, hükümdar, kale muhafızı, vali ve sefir olabilirlerdi.
Reklam
Göğsü yakut ve safir; Kapıda bir misafir... Sordum: Kimsin, nesin sen? Dedi: Şeytandan sefir! Nefs isimli o kafir... Yüzü kapkara zifir; Elimde köst ve nefir Sabit fikir bulgusu, Dili çözülmez cifir Nefs ilimli o kafir...
Sayfa 84 - Necip Fazıl KısakürekKitabı okudu
Müslüman için Müslüman dünyasının dışındaki bölge dârü’l-harb’ dir ve orada yaşayanlar harbîdir. Onlar içeride yaşayan gayrimüslimden de farklıdır, içerideki gayrimüslim zımmîdir. Belirli vergilerle, mükellefiyetleri karşılığında himaye edilir. Halbuki teorik olarak bir harbî öldürülmelidir, malı da yağmalanmalıdır. Bunun istisnası ancak “aman” (garanti izin) alarak gelen harbî için söz konusudur. Dikkat edin gelen ister sefir, ister hacı, ister tüccar olsun statü fark etmez.
1913 yılı başlarında ise, Mahmut Şevket Paşa, sadrazam olması sonrasında Cavit Bey'i kapitülasyonların kaldırılması için Paris'e göndermişti. Ancak başarılı olunamamıştı. (Sabis, 1943:13) Osmanlı hükümetinin bu konudaki tutumu oldukça sertti. İstanbul'da Bulgaristan elçiliğinde verilen bir ziyafette Rus elçisi Giers'in Ittihatçı Halil Bey'e bu konuda neden katı olduklarına dair sorduğu soruya Halil Bey'in verdiği yanıt, Osmanlı hükümetinin olaya bakış açısını göstermekteydi; "Sefir hazretleri unutmayınız ki bir ihtilal partisiyiz. Sultan Hamid'den hürriyetimizi aldık. Kapitülasyonları lağvederek istiklalimizi almak da bizim gayemizdir. Yeni kapitülasyon asla. Filvaki siz çok kuvvetlisiniz. Memleketimizi istila edebilirsiniz, son kurşuna kadar döğüşürüz, fakat yeni kapitülasyon asla." (Halil Menteşe, 1986:75).
Rus nihilisti, Polonya ihtilâlcisi, İspanyol anarşisti, Osmanlı mebusu, Hamît devri paşası, Baltık devletleri prensleri, meşhur boksör, antrenör, bankacı, sarraf, eşkiya çetesi reisi, sefir, siyasî mülteci herkes sırası geldikçe kendi ateşini yakıyordu.
Sayfa 283 - Dergâh YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Canım İstanbul
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar. İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim; O benim, zaman mekan aşıp geçmiş sevgilim. Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur; Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur. Denizle toprak, yalnız onda ermiş visâle; Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misâle.
Sayfa 168Kitabı okudu
Fazıl Mustafa Paşa'nın açtığı 1673 seferinde ordunun çıkışını Edirne'de seyreden Galland, IV. Mehmed'in nasıl bir debdebe içinde yaşadığını bize anlatır. "Padişahın camiye gidiş ve dönüşlerinde, kurban ve şeker bayramlarında, sefir hazretlerinin huzura kabulünde, donanmanın Kandiye fethinden sonraki muzaffer dönüşünde Osmanlı
Sayfa 184 - 1 Turnuva bir çeşit Ortaçağ cirididir, karuzel bu ciridin XVII. asırda aldığı şekildir. Maskarad ise kıyafet değiştirerek yapılan bir Rönesans eğlencesidir.
Sultan Abdülaziz Padişah, Sadullah Paşa henüz vezir ve sefir olmamış, sarayda tercüman... Sonradan diyar-ı gurbette sefir iken oğlu Nusret Sadullah Ayaşlı Beyefendi'ye saray hatıraları arasında nakil ettikleri: "En soğuk günlerde bile Zât-ı Şahane'nin huzuruna girdiğim zaman, haşmetinden ve heybetinden yüzüne bakamaz idim. Bununla beraber bakışlarının nüfuzunu hisseder ve ter içinde kalırdım. Huzurda karşısında, ayakta el pençe divan dururken, burnumdan akan ter damlalarından, parkenin üstü küçük bir göl halini almış olduğunu görürdüm. (Malûm padişah huzurunda mendil kullanılmaz ve ter silinmez.)"
374 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.