BULANIK EZBER
Kalabalığın uzun sürmüş sözüne
Mine çiçeklerinden bir merhem edindim.
Limonların denize gamzeler açtığı
Bir sokağı dünyaya ekleyip duruyorum.
Ay masalı, kum masalı, nar masalı
Yalnızlığı seviyorum sessizce.
Denizden çocuk, dağlardan çıplak
Bir zaman oluyor kalbim
Sitem yok, diyorum, hayatıma
değmiş hiçbir hayata.
Gözlerim kocaman atkestaneleri
Kime baksam, ıhlamurlar içinde
Bir şehir düşüyor kirpiklerimden.
Yetmedi ölüme bunca ayrılık
Bütün sevdiklerim bulanık bir ezber
Sonsuzluğu öğreniyorum unutarak.
Nerelerde bıraktınız şaşırma güzelliğimi
Ey çocukluğun inanan yaşları...
1862 yılında otuz iki yaşındaki Lev Tolstoy, henüz on sekizindeki Sonya Behrs ile evlenmeden birkaç gün önce aralarında hiçbir sır olmaması gerektiğine karar verdi. Bu kararın bir parçası olarak günlüklerini ona okuttu ve genç kızın hem ağlaması hem de oldukça kızması onu çok şaşırttı. Günlüklerine eski aşk ilişkilerini yazarken yakında yaşayan
... İngiltere, İran ve Mısır devlet başkanlarının Türkiye'deki büyükelçilikleri aracılığıyla aleyhime dava açmalarına ve İran Şahı ile Mısır Kralı'na hakaret sayılarak üçer aydan alt ay hapis yatmama neden olan bu yazıyı yazmamın amacı, Türk halkının büyük ekonomik sıkıntılar içinde bulunduğu o günlerde basınımızın sürekli olarak bu üç devlet başkanınn evlenmeleri, boşanmaları, çocuk yapmalarıyla uğraşarak
kamuyu boş yere oyalamalarını eleştirmekti.
Senelerce senelerce evveldi
Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı bileceksiniz
İsmi; Annabel Lee
Hiç birşey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekten başka beni
O çocuk ben çocuk, memleketimiz
O deniz ülkesiydi
1
Hayatı bir gömlek gibi sıyırsam mı üstümden?
Yüreğimde, kuyruğunu bırakıp giden bir kertenkelenin tedirginliği
Ya da yollar, yollar, yollar boyunca
Bastırıp dursam mı yarama ellerimi?
O kadar kolay değil unutmak
Ölüm bile istemez olur adamı gün gelir
Son anda göze ilişen bir çiçek,
Uzaktan duyulan bir çocuk sesi...
Kan mı tutuyorum
Koskoca bir yaz bitti,
hâlâ çocukları öldürüyorlar.
İcazet almadığım her kelime
tanımlamaktan yoksun kaldığım
sonsuzluğa nokta koyan her nesne, çocuklarımın oluk oluk kanını akıtıyor. Önce çocuklardan başladılar öldürmeye, Bir adam tutturdu umudun şerefine ay doğarken tutturdu yanık bir türkü. Evvela adamın sazından başladılar parçalamaya...
Ürkün ayaklanmasında yaktılar masum çocukları. Mamasını yemekten yoksun bebekler, Taliban'a destek verdi diye öldürüldü Afganistan'da.
Gazze'de doğan çocuk,
uyandığı gibi uğurlandı sonsuz hayata. Huzurla ölemedi İri, yosun yeşili gözleriyle insanı sarıp sarmalayan son gülüşleriyle
kıvranarak teslim etti ruhunu ceylanlar.
Hocalı'ya geldiler sonra Monte Melkonyan seslendi:
"Ermenilerin intikam vakti" Avucumun içini doldurmayacak başlarına dipçiklerle vuruldu evlatlarımın. General Ratko Mladiç gözlerine baktı nohut tanesi burnuna baktı Bosnalı çocuğun. Gözünü kırpmadan çekti tetiği.
Elleri titremeden.
Acımadı
acımazlar
zalimin yanında saf tutanlar.
Kış geliyor hâlbuki
ızdırap çeker ruhum yine de.
Çocuklardan başlayacaklar yine.
Kan gölünde yıkayacaklar.
Siyah, beyaz ayırmadan kanla yıkayacaklar. Yaz başladı öldürdüler,
kış başlasın öldürecekler.
Gelirsen, bir bir yargılayıp asacağım muhalifliğimi.
Hepten siktir edeceğim tenkitlerimi.
Mükemmeliyetçiliğim bir tek senin için,
Nefretim kibrim için var olacak.
Artık okumayacağım köşe yazılarını.
Siyaseti ihanet sayacağım sevdama.
Tek gündemim sen olursan,
Bir daha bakmayacağım haberlere.
Mevkin ve makamın kalbim olursa,
Yaratılışını tek