Gölgelerin dans ettiği o karanlık odada, duvarlar yalnızlığın yankılarıyla doludur. Gecenin sessizliği, duvarların ürpertici sessizliğiyle bütünleşir, kulaklarına fısıldayan hayaletler gibi. Oysa duvarlar sadece taştan değil, kırık umutlardan da örülüdür. İçinde yaşadığımız mekanın katı sınırları, ruhumuzu hapseden zincirlerdir adeta.
Karanlık, yalnızlık ve belirsizlik duvarların arasında bir labirent gibi dolaşırken, kırılganlık da sızar içimize. Belki de en çok duvarlar, kendi içimizdeki karanlıkla yüzleşmekten korktuğumuz için bizi korkutur. Oysa karanlık, sadece ışığın eksikliğidir ve her karanlık gecenin ardından bir aydınlık doğar.
Duvarların ardında, hayatın bizi beklediğini unuturuz. Her bir tuğla, bir anıyı, bir umudu temsil eder. Belki de duvarlar, hatırlamamız gerekenleri hatırlatır bize. Yıkılmış umutların enkazı arasında, yeniden inşa etmek için bir fırsat sunar bize. Duvarların ardında, keşfedilmeyi bekleyen bir dünya vardır.
Ve belki de en önemlisi, duvarlar bizi dış dünyadan korurken, aslında içimizdeki gücü de keşfetmemizi sağlar. Korkularımızla yüzleşmek, duvarları aşmakla başlar. Çünkü gerçek cesaret, karanlıkta bile aydınlığı görebilmektir.
Evet, duvarlar korkutucu olabilir, ama unutmayalım ki, biz duvarların ötesindeyiz. Her birimiz, içimizdeki ışığı taşıyan birer yıldızız ve karanlığı aydınlatmak bizim elimizdedir. Duvarların ardında, yaşamın bize sunduğu sonsuz olasılıklar vardır. Ve belki de en büyük cesaret, duvarların ardındaki bilinmezi keşfetmeye cesaret etmektir.
Zorluklardan yıldızlara, Per aspera ad astra...
Astrea