Kabaca bir özetleyecek olursak, bir gemi yolculuğu, bir dünya satranç şampiyonu, amatör satranç tutkunları ve hayatında hiç gerçek taşlar ve satranç tahtası ile satranç oynamamış, Nazilerin elinden kurtulmuş bir nevi savaş esiri. Bu ekibimizin arasında geçen kısa hikâyemizde, yazar bize anlatmak istediğini çok iyi veriyor ve her sayfada düşündürüyor. Sadece satranç ile alakalı düşünceler değil, o dönemi, savaşı, yaşanamayan hayatları, kibri, kendini beğenmişliği, hırsı ve şizofreniyi… “Becerilerini birbirlerinin üzerinde denemek isteyen iki oyuncu değil, birbirlerini yok etmek isteyen iki düşmandılar artık…” En çok korktuğum insani istektir hırs… Belki de en tehlikelisi. Sonucunun ne olduğu ya da neye mal olduğu asla düşünülmez. Sadece sonuç vardır. O sonuca doğru giderken yapılan her şey mubahtır. Tıpkı savaş gibi. Mutlak bir gerçek vardır o an. Sadece hırsın sağlayabileceği bir delilik. Belki de kazanılmış bir yetenektir kimisi için. Ya da mecbur kalındığı için sahip olunmuştur. Bir odada yıllarca kalındığında, bir beyin ile iki kişi olmak iki kişi gibi düşünmek ve oyunu böyle oynamak gerekiyordur belki…
Yazar Stefan Zweig ile ilgili bir bilgi daha vermeden geçemeyeceğim. Dünya savaşı zamanında Avrupa’nın durumuna duyduğu üzüntü yüzünden 1942’de Rio de Janeiro’da, karısı Lotte ile birlikte intihar etmiştir. Keşke demekten kendimi alıkoyamıyorum. Keşke hiç üzülmeseymiş ve keşke dünyaya daha çok eser kazandırsaymış diyorum. Büyük bir üstadı daha kaybetmişiz.
Satranç, herkes tarafından okunmalı ve olmazsa olmazların arasında yer almalı diye düşünüyorum.
Herkese Keyifli Okumalar