Şaşırtmalı son, hüzüne sürükleyen hadiseler ve hayatın anlamı üzerine sorgulamalar…
Bir profesörün başından geçenleri okuduğumuz Yalnızlığın Yansıması eseri, bireyin kendinden bile soyutlanabileceğini okuyucuya sunuyor. Bu kendi bile kendini terk eden profesör Adem, darmadağın hayatında bir çıkış yolu görüyor; tesadüfen karşılaştığı İsa. Acaba
Bu son konuşmamız olmuştu ve ikimiz de bunu bilmiyorduk. Zaten hiç bilemeyiz değil mi? Hiç değilse birbirimizi sevdiğimizi söyleyebildik. En azından bu var. Çok değil ama bir şeydir işte. Başkaları için daha kötüsü olur.
"biz unutkan bir ulusuz. olanları bitenleri çabuk unuturuz. bugün yarın kanlı olaylar için yas tutarız, sonra, daha önceki olaylar gibi bu son kanlı olay da unutulur." Demiş Uğur Mumcu
___
umag'ın unutmayalım unutturmayalım sloganıyla birlikte düşünceleri faili meçhul cinayetlerde katledilenleri anarken hatırlattığı dize ve kitabın
"Yola çıkalım mı?" diye sordu. Başımı salladım.
"Yola çıkalım.'' dedim titreyen sesimle.
Belli ki o da benimle aynı haldeydi. O sırada Bulut'un kapısı açıldı.
"Çıkıyoruz, değil mi?" dedi. Başımı salladım.
"Çıkıyor muyuz?" dedi odasının kapısından çıkan Eren. Odasından çıkan Nisan yağmurluğunu bile giymişti.
"Ben hazır bir şekilde bekliyordum..." dedi, gözleri kıpkırmızıydı.
"Tamam, o zaman hazırlanıp çıkalım." dedim odama doğru ilerlediğim sırada.
"Çantalarınıza alabildiğiniz kadar el feneri alın." dedi Uraz, "Başımıza ne geleceğini bilmiyoruz.''
En kötüsü de buydu işte, başımıza ne geleceğini bile bilmiyorduk...
gemilerde, otobüslerde, uçaklarda
gittim seni bulmak için
seni yani doğru kişiyi
doğru kişi kim
doğru kişi bazan en yakınında
olabiliyordu insanın
bazan en uzağında
bunu bilmiyorduk
𝐺𝐼𝑅𝐼𝑆
Kitaba o kadar kitlendim ki elimden bırakamadım. Cidden
John Steinbeck romanlarında gerçekçilik ve yalınlık sunmakta çok iyi.
Fareler ve İnsanlar, farklı olsalar da arkadaşlıkları sağlam olan iki tarım işçisi George ve Lennie'nin öyküsünü anlatır. Kendi hayalleri olan bu ikilinin dostluk ve dayanışmasını anlatır bizlere. Hele ki son sayfalarda gözyaşlarımı
...?...?/1989...
Kendini haddinden fazla duyumsadığı için acıya ve korkuyuda haddinden fazla duyarlı arkadaşım için, burası tam bir cehennemdi. Her şeyiyle farklıydı Ankara'dan. Çok kültürlü, birçok etnik gruptan oluşan, bu etnik grupların bir nevi kabileci bir tutumla diğerleriyle arasına sınırlar koyarak birbirinden ayrıştığı, etnik
Bu cümleden ne anlarsınız bilmiyorum ama her şey olması gerektiği gibiydi. Farklı, olağanüstü, olmaması gereken, eksik ya da yanlış tek bir şey yoktu.
Şubat soğuk bir aydır. Hem de çok soğuk. Ama buna rağmen biz çocuklar çok severiz bu ayı. Çünkü kış, kar getirir biz çocuklara; kar da eğlence, oyun, mutluluk. Bir de okul tatili de bu aya denk
Şehir deyip geçmemek lâzım. Kudüs sendromunu duyanlar bilir. Bâzı turist ve hacılarda şehrin rûhânî havasından ötürü dînî bir sapma ortaya çıkar ve kendilerini peygamber îlan etmeye değin süren yoğun saplantılı düşünce ve hayâllere dalarlar. Bugün Eyfel Kulesi ile simgeleşen Paris, sanatın hangi dalıyla uğraşırsa uğraşsın hemen her sanatçı için
1994’te Ruanda’da sekiz yüz bin kişinin ölümüne yol açan ve Batılı ülkelerin seyirci kaldığı katliamı anlatıyor Yüz Gün’de. Her türlü ırkçılık ve adaletsizliğe tepki göstermeye çalışan David, bu hislerle, Ruanda’da otuz yıldır faaliyet gösteren İsviçre Kalkınma ve İşbirliği Teşkilatı’na katılarak ülkenin başkenti Kigali’ye gelir. Ülkede konuşulan dili bilen kimsenin olmadığı Teşkilat mensuplarının mevcut iktidarla aralarını iyi tutmaya çalışarak, etliye sütlüye bulaşmadan sürdürdükleri faaliyetlerin rutinliğinden kısa zamanda hayal kırıklığına uğrar, Teşkilat’ı ve kendi işlevini sorgulamaya başlar. Menfaatleri söz konusu olunca bilfiil suç ortağına dönüşür.
30 yıl önce Afrika’yı sömürenler iç savaşı çıkarıp 800000 kişinin 100 günde ölümüne göz yumdu. Sene 2024 Filistin’de yaşanan katliama dünya yine göz yumuyor. “Beyaz Adam” mutlu olsun yeter ki!
🩵Yıkılmış bir adam böyle mi görünür?
🩵En kötüsü açlık ve susuzluk değildi, en kötüsü karanlıktı.
🩵Boyun üzüntünün kapağıdır. İnsanı acılar değil anılar öldürür.
🩵Düşmanının kaybını bir inekle telafi eden tüm sürüsünü kaybeder.
🩵Korkunun ne kadar baştan çıkarıcı olduğunu bilmiyorduk, ne kadar hızla yayıldığından haberimiz yoktu.
🩵Acele eden Tanrı’ya daha çabuk kavuşur.
Yüz GünLukas Barfuss · Metis Yayınları · 201065 okunma
Akademik bir kitap gibi düşünmeyin, çok sıradan ve herkesden birşeyler var. Aslında işin kötü tarafı da bu. Herkesten bir şeyler olması. Sonra diyorum bu dünyada nerde dört dörtlük yaşayan hadi göster diyorum kendime. elbette yok ama asla kabul edemeyeceğim ve ölene kadar anlamayan beyinlere dikte edeceğim şey şu;
hiçbir çocuk bu dünyayı bilerek
Ortalık henüz tamamen kararmamış olduğu halde perdeleri kapadı ve lambayı yaktı, masanın başına geçerek, kurşunkalemiyle ve acele acele yazmaya başladı:
"Ömer! Seni bırakıp gidiyorum. Bunun bana ne kadar acı geleceğini, hayatta senden başka hiç kimsem olmadığını bilirsin ... Senin de benden başka kimsen olmadığını biliyorum. Buna rağmen
Çözmemiz gereken çok önemli bir şey vardı. Neydi o şey? Hayat…
Hayatın getirdiği kapalı paketin içinden ne çıkacağını bilmiyorduk ki açmaya da korkuyorduk bu yüzden. İçinden güller mi çıkar, bir saatli bomba mı belli değildi.
İnsan; hayalleri, ümitleri, kavgaları, acıları, hüzünleri, kayıpları, kazançları ve hatıraları ile yaşayamaz mıydı? Yaşamı; yazıyla, kışıyla, gündüzüyle, gecesiyle, inişiyle, çıkışıyla hep bir bütün olarak görmeliydik ki şevkimiz kırılmasın!
Mutluluk istemeyen biri var mıdır? Hiç yoktur.
Toprağa gömülen hangi tohum filiz vermezdi ki! Ruhunun toprağını çapalayan, yabani otlardan temizleyen, taze taze fidanla dikebilen insanlara ne mutlu öyleyse!
Kendi düşünce tezgâhımızda kurduğumuz mutluluk ve huzur dolu sarayları yine kendimiz aydınlatmak zorundaydık; bir mumla, bir fenerle yahut yıldızlarla.
Umut lazımdı birazcık! Umut, ama tek başına değil, yanına mutlaka gayreti de alacak ki hangisi yorulursa diğeri onu sırtında taşıyacak!
... Ona göre bilebileceklerimizin sınırları vardı. Hiçbir şeyin gerçekte nasıl olduğunu hiçbir zaman bilemezdik. Hepimiz uykudaydık. Şeylerin gerçek doğasını bilmiyorduk...
- Bir akşam gelip bana şöyle dedi :
Platon'nun iddiası doğruysa bir şeyin gerçek olduğunu nasıl bileceğiz?...Asıl gerçekliğin yaşadığımız hayatın dışında olmadığını nereden bileceğiz?...
+Onun yaşindaki bir kız için oldukça iddialı bir düşünceydi... Ben de ona bir soru sordum -Tanrı dediğin de bu değilmi? - Gerçekliğimizin yaratıcısı değil mi?... Bir an durup düşündü ve cevap verdi :
- Ama o zaman Tanrının yaşadığı dünya gerçek olan. Biz sadece onun "bebek evindeyiz"... Peki, o zaman Tanrı'yı kim yarattı? ... Bu döngü sonsuz değil mi? ...
- Burası bir anlamda o "bebek evi"... Ve senin için yaratıldı...