Dalıp kaldı bir süre. Bir anda her şey uçup gidiyor. Bir eski rubai dizesi takıldı kafasına : " Geçmiş gelecek masal bütün bunlar hep..."
Ama sonra ne diyor ; söyle onu da. Söyle söyle...
"Eğlenmene bak ömrünü berbat etme!"
“RUBAİ
Ömrün o büyük sırrını gör bir bak da
Bir tek kökü kalmış ağacın toprakta
Dünya ne kadar tatlı ki binlerce kişi
Kolsuz ve bacaksız yaşayıp durmakta.”
Müftünün fıkıh bilmesi, mütedeyyin olması, bilgin ve mümin olması gerekir. İslam bilimlerinde mahir ve diyanet aydınlığı yüzünde fark edilmeli. Meyil bakımından gönlü kusursuz, hileye karşı kalbi korkusuz olmalı. Kalemi rivayette dosdoğru, naklettiği müçtehitlerin görüşleriyle uygun olmalı. Bozguncu, içkici, cahil, kötü işlerle meşgul ve gaddar olmamalı. Bir kuruş için yüz haklıyı haksız çıkartmamalı ve azıcık bağış için pek çok hayırı evete çevirmemeli. Bir sepet üzüm için bir bağı yakmaktan üzüntü duymayan, bir batman buğday için harmanı yele vermekten dertlenmeyen bir kişi olmamalı. Müftü eğer hileyle fetva eriyor, kalemin ucuyla şeriatın yüzünü yaralıyorsa ve karşılık olarak da gümüş alıp malına katıyorsa dinini dünyaya satmıştır. Böyle bir müftü, adam öldüren hekim gibidir, birine İslam dininin öldürülmesi, diğerine ise Müslümanın öldürülmesi nasip olmuştur.
Rubai;
Eğer ücret alarak yazı yazıyorsa müftü,
Ücret fazla olursa meylinin az olması gerek.
Fetvada eğer ücret yüzünden hayır evete dönerse,
O yazıcının elini kalem ucu gibi kesmek gerek.
“Ne zaman bir şair başına bela açabilecek bir dörtlük yazsa, onu Ömer’e mal ediyordu; böylece kendisine ait olmayan yüzlerce rubai de Hayyam’ınkilerin arasına karıştı. Öyle ki yazma da ortada olmayınca gerçeği sahteden ayırmak imkansızlaştı.”
Ey dost, gel düşüp durma yarının derdine,
Servet say yaşadığın ânı, bak keyfine!
Yarın çekip gittik mi bu yıkık saraydan;
Bir oluruz on bin yıl önce gidenlerle
Bir duygu mu var böyle derin, böyle geniş
Sevmek bir ölüş, belki tekrar diriliş
Bitmez kederim, bil ki tükenmez derdim
Aç kalbimi öğren, seni sevmek ne imiş!
Tuyuğ, rübai gibi kafiyelenen dört mısralık bir şiir olup, Türklerin divan şiirine getirdikleri yeni bir nazım türüdür. "Tuyuğ" bugün kullandığımız "duyu" ve "duygu" kelimelerinin eski şeklidir.