Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Yeryüzünün hiçbir olayı ne acıtır beni bundan böyle ne de kanatır. Bedenim dünya toprağında olsa da ruhum gök katlarındadır. Gördüğünüz gölgemdir, aynaya düşmüş yansımalar gibiyim aranızda. Bunun için sizin ateşiniz yakmaz beni, kılıçlarınız kesmez, canım sonsuzluğu tecrübe etmiştir, bitmez. Ne isterseniz yapabilirsiniz bana. Aksa da kan benim değildir, yansa da ten benden değildir. Taşın yakması, etin yarılması var, acıyı inkar etmem. Çığlık da atarım biraz sonra; gözümden yaş, bedenimden ter, yaramdan kan da akar besbelli. Ama yananın bedenim olduğunu bilirim. Ruhuma kimse dokunamaz. Onun için beni öldüremezsin. Ölmem çünkü hiç doğmamışım. Çok istiyorsan söyleyeyim, doğmayı becermişim ölmeyi mi beceremeyeceğim? Herkes öldü genç yargıç, bir ben mi ölemeyeceğim?
Sayfa 275 - Timaş Yayınları,RetorKitabı okudu
Vaktinden önce anlamanın şaşkınlığı mı Vaktinde anlamanın sevinci mi Ya da biraz geç kalmanın O gereksiz tedirginliği mi Hangisi… Ama belli ki sonundayız her şeyin En sonunda.
Reklam
Virüs canlı mıdır? -Onun durumu daha karışıkça. Örneğin tütün mozayiği (bu bitkideki bir hastalığın nedeni) gibi bir virüsü alın. Bunu kurutursanız, normal şeker ya da tuz gibi, bir kavanozda senelerce saklayabileceğiniz bir kristal elde edersiniz. Virüs çoğalmaz, kımıldamaz, dışardan hiçbir madde alıp sindirmer, kısacası "yaşamaz". Bir kristaldir, o kadar. Sonra bir gün bu tozu alıp biraz su ilave edin... Bu eriyikten birazını bir tütün yaprağının üzerine damlatırsanız bitkide çok geçmeden hastalık belirtileri görürsünüz: Virüs eski gücünü tekrar ele geçirmiştir ve ürkütücü bir hızla çoğalmaktadır. -Peki şimdi ne diyeceğiz buna? Canlı mı değil mi? -Sınırda, diyelim. Bu, üremek için yaşama ihtiyacı olan bir tür asalaktır. Hücreyi bir fotokopi makinesi gibi kullanır.Bir ara virüslerin en yalın canlılık biçimleri olduğu, hatta yaşamın kökeninin virüsler olduğu sanıldı. Ama bu pek olası değil, çünkü üremek için canı yapılara ihtiyaçları var. Bugün virüslerin ilkel değil, tam tersine en üst düzeyde yetkinleşmiş yapılar oldukları; fazla yer tutan hantal üreme düzeneklerini atıp sadece en gerekli gereçlerle kalmak ve böylece daha bu yük bir etkililiğe ulaşmak yönünde evrilmiş hücrelerin ardılları oldukları düşünülüyor! Yani bunlar, "yaşamsal minimum" düzeylerine inmek üzere, sonradan "bile bile" yalınlaşmış hücreler oluyor.
Birey olma özgürlüğüne sahip olmak isterken, bir yandan yaşantımızı özerk bir varlık olarak sürdürmenin temel insanlık hakkı olduğunu söylüyor, diğer yandan da bu sorumluluk altında eziliyor ve sonunda kendi kendimizden nefret etmeye başlıyoruz. Job'un Tanrıya serzenişlerinde kulağımıza benzer sözler. çalınıyor. Tanrı çok fazla şey istiyor: "İnsanları neden bu kadar çok önemseyip, abartıyorsun ki? Yoksa amacın her an onları sınamak mı? Beni biraz olsun rahat bırakmayacak mısın? Kafamı bir an olsun dinleyemeyecek miyim? Salyamı rahat rahat yutamayacak mıyım?" Durum böyle olunca çelişkiye yol açan ikili bir süreç kaçınılmaz hale gelmektedir. Bir yandan diğerlerininkini yok etme ya da tüm yasakları çiğneme pahasına her yola başvurarak kimlik edinmeye çalışmak. Diğer yandan sırtındaki ağır yükten ya da rol icabı kuşanılmış giysilerden kurtulurcasına bu kimlikten kaçıp, kurtulmaya çalışmak. İnsan kendine karşı olan görevlerini doğal şekilde yerine getirmeyi sürdürdüğü sırada, acımasız bir kararnameyle yürürlüğe konularak bizi kendi kimlik ve irademizin tutsağı haline getiren bir tür ahlâkî talimat örneği olan, özgürlük ve bireysellik yapay bir sürece dönüştürülmüş gibidir. Bu, Stockholm sendromunun çok özgün bir örneğine benzemektedir, çünkü bizleri aynı anda terörist ve rehine haline getirmektedir.
"Otuz iki yıl önce intihar eden bu yazar, sanki orada beni bekliyor. Onun tepelerini, onun evlerini, onun caddelerini görmek, onu koşullandıran doğa parçasını yaşamak, biraz da onu yaşamak olmayacak mı."
Sayfa 59 - YkyKitabı okudu
Zaten hep öyle olmaz mı? Hayat demek biraz da zamanında anlayamadıklarımıza karşı duyduğumuz pişmanlıklar değil midir?
Reklam
"... Erişilmez aşk konusuna adanmış eserlerin en ünlülerinden biri Goethe'nin mektuplardan oluşan 'Genç Werther'in Acıları' adlı romanıdır. Ta 1774'te yayımlanmıştı bu kitap. Genç Werther sevdiğine kavuşamadığı için kendini vurur sonunda..." "Yok artık, bu kadarı da biraz fazla değil mi?" "Romanın yayımlandığı her yerde intihar oranları da yükselmişti. Bu yüzden Danimarka ve Norveç'te kitabın yasaklandığı bile oldu. Romantik olmak pek de tehlikesiz bir şey değildi anlaşılan. Çok güçlü duygular karışıyordu işe."
Sayfa 396Kitabı okudu
Seninki gibi tuhaf bir ailede dünyaya gelmeyi nasıl becerdiğine hiç şaşırdın mı? Hayatını, dışlanan biri, biraz tuhaf ya da farklı bir kişi olarak yaşadıysan, eğer yalnızsan, ortalamanın kenarında yaşayan bireysen, acı çekmişsindir. Yine de, bütün bunlardan uzaklaşmanın, farklı bir bakış açısı denemenin, tekrar kendi türünün topraklarına göçmenin zamanı da gelir.
Sayfa 214Kitabı okudu
Bu hep böyle oluyor, azıcık güler yüz gördüler mi, biraz nezaket gördüler mi hemen arsız arsız insanın tepesine çıkmaya kalkıyorlar.
Kuzuların yırtıcı kuşlardan hoşlanmalarının garip bir yanı yoktur; ne var ki, bu kuzuları kaçıran büyük yırtıcı kuşlara karşı olmak için bir neden oluşturmaz. Ve kuzular kendi aralarında fısıldaştıklarında, “Bu yırtıcı kuşlar kötü, o halde bu bize yırtıcı kuşların zıttı olan her şeyin iyi olduğunu söyleme hakkını vermez mi?” derler. Böyle bir iddiada yapısal olarak yanlış bir şey yoktur, ama yırtıcı kuşlar biraz şaşkın bir şekilde bakarak şunları söyleyeceklerdir: “Bizim bu iyi kuzuları karşı söyleyecek bir sözümüz yok; aslında onları seviyoruz, hiçbir şeyin tadı yumuşak bir kuzununkine benzemez.”
Sayfa 9 - Friedrich NietzscheKitabı okudu
Reklam
“Biraz çikolatan var mı” demesi gibi!
“Bir romancının en ince sanatı budur!” “Bir romanı düzenlemek farklı ve heyecanlandırıcı uzamları yan yana getirmektir“diyor Kundera…
Sayfa 207 - HKitabı okudu
" İnsanlar olarak böyleyiz, değil mi? Vaktimiz olduğunu düşünerek her şeyi erteliyoruz. İyiliği, mutluluğu, sevinci, sevdiğimize onu sevdiğimizi söylemeyi... Fakat zamanımızın az olduğunu bir şekilde öğrendiğimizde o küçücük zamana çaresizce her şeyi sığdırmaya çalışıyoruz. Keşke biraz içimizden geldiği gibi yaşasak. "
Sayfa 143Kitabı okudu
"Uzak davranmak gibi bir niyetim yok,"diyorum." sadece kendimi biraz boşlukta hissediyorum." " Üzerinde çalıştığın resimle mi ilgili?" Bilmem, belki de... Sanki bir anda bir şeyler olacak ve bildiğim,yaşadığım güvende hissetiğim bu ev, bahçe dünya yok olup gidecek.salonun ortasında kocaman bir çukur açılacak ve her şeyi yutup yok edecek ... Garip...
Sayfa 48 - Gri yayıneviKitabı okudu
Biraz aklınız karışacak galiba efendimiz. Bilmem ki. Karışsın Olric. Bugüne kadar boş bir kağıt gibi temiz kaldı. İyi koruduk uzun süre. Biraz da zorlansın. Saflığını kaybetsin biraz. Aklımız, maceralardan korkmasın biraz. Ne demek biraz? Hiç korkmasın. Hiç yorulmadan mı ölelim istiyorsun?
Sayfa 580Kitabı okudu
Öyle işte. Hâlâ biraz soğuk geliyor ama battıkça alışıyorum. Kendimi boşa aldım bayırdan aşağı koşuyorum. Düşüyorum gibi görünüyor olabilir ama bakma aslında uçuyorum. Söylediklerimin hepsini unut, sanki ben biliyorum da mı yaşıyorum Osman?
Geri199
1.500 öğeden 1.486 ile 1.500 arasındakiler gösteriliyor.