Ahmet Say, kimilerimizin gayet yakından bilip, takip ettiği, birçoğumuzun ise henüz tanışmadığı, pek aşina olmadığımız bir isim ki ben ikinci kategoriye giriyorum. Ve bunun ayıbını tüm kalbimle kabulleniyorum.
"Ağaçlar Çiçekteydi", Ahmet Say'ın otobiyografik ve anı düzleminde kaleme aldığı ancak bunlara paralel olarak dönemin politik,
HAPİSHANE BENİM İKİNCİ DOKTORAM
youtube.com/watch?v=mMSwgG4...
Gorki 'Benim Üniversitelerim' kitabında hapishaneleri üniversite olarak görmektedir.
Bu sözün sahibi Feride Çiçekoğlu! 12 Eylül sonrasında 'Komünizm propagandası' yaptığı iddiasıyla tutuklanıp Ulucanlar Cezaevi'nin Kadınlar Koğuşu'nda yatmış. Orada kaldığı 2
Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın 12 Mart döneminde tutuklanma, yargılanma ve asılmalarına giden süreci anlatıyor Nihat Behram. Kitabın son kısımlarında da mahkemenin verdiği idam hükmü ve davanın yeniden muhakeme edilmesine ilişkin birçok kişinin değerlendirmeleri yer alıyor.
Kitabın dilinde, anlatımda bir sorun yok da anlatılanlar insanı karmakarışık yapıyor. 6 Mayıs 1972’ye götürüyor, Denizler’in asılmalarından önceki yaşananlara, 12 Mart darbe döneminde özgürlüklerin kısıtlandığı, baskının, tutuklamaların, işkencelerin olduğu, idam cezalarının sıradan bir ceza gibi uygulandığı bir döneme aynı zamanda.
Böyle bir dönemde, önyargılı, olağanüstü bir mahkemede yargılama sonucunda verilen doğruluğunun sorgulanması gereken idam hükümlerinin gerçekleştirilmesi sırasında bile acımasızca davranan insanları gördükçe öfke duydum. En son aşamada ise yaşananların her anı beni çok duygulandırdı, içim sızladı. Mektuplarında ailelerine yazdıkları, babalarının onları toprağa verirken yaşadıkları, acılarına saygı göstermeyen insanlar… Daha önce bunları okumuş olmama rağmen.
Onlar hem tutukluluk sürelerinde hem de ayakları zincirli halde hücrelerinden alınıp da darağacına götürülürken ve son nefeslerini verene kadar davalarından, dik duruşlarından asla vazgeçmediler. Onurlu ve yürekli bir şekilde gittiler…
“Erdemleri rehberimiz;
Anıları yolumuza ışık olsun…”
İNCELEME DEĞİL YORUMLAMA;
Nerede kendini bilmez çocuklar
Bir sabah öylece çekip gittiler
Çınladı alkışlar kör sokaklarda
Yankısı kime kaldı
Deniz koydum adını
Sinan Cemgil... Ulaş Bardakçı... Ömer Ayna...
Taylan Özgür... İbrahim Kaypakkaya...
Bu isimleri tanır mısınız?
Ya da daha bilinen isimler. Yusuf Aslan... Hüseyin İnan...
Deniz Gezmiş... ve niceleri...
Cihan Alptekin'de onlardan biriydi. Tamamı yoksul ailelerin çocuklarıydı. Tamamı hayat mücadelesinin içindeydiler. Tamamı kafası çalışan
Bedenleri darağacına asılan insanların fikirleri de göklere asılır; oradan sessiz, sınırlandırılmamış bir ışık tutarlar bizlere.
Bir yıldız olurlar, zamanı dolmayacak bir süper dev misali azametlidir her biri. Bu dünyaya ait olamayacak kadar pırıl pırıldır onlar, hayalini kurdukları başka dünyaların ışıklarını buraya da taşımak isterler; bu
"İnsan ne zaman ölür, gülünün solduğu akşam." İşte böyle güzel bir sözle başlıyor kitap ve bu giriş bile ne kadar iyi bir kitabın sizi beklediğini gösteriyor.
1970 lı yıllar. Fikirlere tahammülün olmadığı, insanların sırf inandığı görüşler yüzünden hunharca öldürülüp, asit kuyularında faili meçhul edildiği, gencecik fidanların hapislere tıkılıp işkence gördüğü, asıldığı yıllar...Yazar Erdal Öz' de bu dönemi yaşamış biri olarak yazıyor Gülünün Solduğu Akşam ' ı. İçeride tanıyor Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Arslan ve daha nicelerini. Deniz Gezmiş ' e söz veriyor onların hikayesini yazacak ve gelecek nesillere okutacak. Kitabı hapishanede yazmaya başlıyor. Ama erken tahliye olması kitabı orada tamamlanmasına engel olmuş. Mahkumların ağzından dinliyor hikayelerini ve yazıyor. Olayların bizzat içinde olduğu için kitap oldukça samimi ve gerçekçi. Deniz Gezmiş' e verdiği sözünü tutuyor böyle başarılı bir kitap yazarak. Onların davalarının arkasındaki sağlam duruşları, ölüme giderken bile bunu haykırmaları, yüreklerinin büyüklüğü gerçekten okunmaya değer.
Her kesimden insanın içini acıtacak, vicdanı varsa hüngür hüngür ağlatacak, belgesel şeklinde yazılmış bir anı kitabı. İnsanların görüşleri yüzünden bunları yaşamaları, gördükleri işkenceler o kadar ağırki gerçekten sistemi, adaleti sorgulamamak mümkün değil. Daha yazmak isteğim çok şey var ama uzatmanın da anlamı yok. Uzun lafın kısası okunmaya kesinlikle değer bir kitap...
"Bulutlar da hafif mi kar taneleri kadar
özgürlüğün borcu mu ödeniyor
Yaralar mı açılıyor yoksulluğa
ezilmişliğin isyanı mı sesleniyor
Ah, gidiyor işte gidiyor göz göre göre
birer rüzgar uğultusu bırakarak yanan ateşe"
Siyasi görüşünüzü bir kenara koyup, tarihte ne olup bittiği hakkında bilgi sahibi olmak istiyorsanız okumanız gereken eserlerden birisi. Tek başına yeterli olmayacaktır belki ama vakit kaybı da olmayacak.
Bir gece yarısı uğruna savaş verdikleri düşünceleri için, kimi zaman kahraman kimi zaman terörist ilan edilen üç gencin idamını Nihat Behram'ın harika anlatımıyla okuyacaksınız. Behram döneme birebir şahit olmuş bir isim ve dönemin diğer şahitlerinin ağızlarından da alıntılara yer verip kitabı zenginleştirmiş. Ayrıca şiirlerine de yer vermiş ve şair kimliğine hayran kalmamak elde değil.
"Bir an vardır, uğruna ölüme gidilir. Kendi inançları doğrultusunda Deniz, Hüseyin ve Yusuf bunu yaşadılar. İnançlarının siyasal yorumu, bıraktıkları mirasın genişlemesine ve derinlemesine değerlendirilmesi, tarihin sorunudur."
12 Mart darbesi sonrası yaşanan adaletsizlik ve hukuksuzluklardan birisi de bu idamdır kimine göre. Devrimciler tarafından daha çok " siyasi cinayet" olarak nitelendirilir. Türkiye Cumhuriyeti'ne başkaldırdıkları için, hukuka göre değil de, ölümleri için o anda hukuk yazılarak hayatlarının elinden alındığı yazılmıştır.
"6 Mayıs 1972’de idam hükmü giyip darağacında can verdiklerinde, Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in yaşlarının toplamı, o güne dek ölen arkadaşlarının sayısının altındaydı."
Henüz yirmili yıllarının başındaydilar. İsteselerdi , daha farklı siyaset gutselerdi, hepsi devletin ya da özel sektörün en tepesinde olurlardı. Hepsi, iyi üniversitelerde, iyi bölümlerde okuyorlardı. Yarın korkuları yoktu. Eğer, isteselerdi, cepleri bpalya balya parayla dolardı. Devlet ihalelerini en tepeden alırlardı. Hata vekil, hatta bakan
youtu.be/FSyq6w5qXGM
Çoğu kişinin bir kadın olarak düşündüğü Müjgân ismi aslında Attilâ İlhan'ın kirpikleridir. Attilâ İlhan'ın “müjganla ağlaşmak”la kastı idam edilen Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ın arkasında döktüğü gözyaşlarıydı.
Bundan 49 yıl önce kirli düzenin, emperyalizmin özbeöz çocuğu olan faşizmin kirli kuklaları, suçlarına bir suç daha ekledi: Denizler hakkında aldıkları sözde idam kararını infaz ettiler.
Denizler, bir davaları olduğu için asıldı. Kirli düzen, bir davası olan gençleri sevmez. Burjuvazinin, hakimiyeti altına almaya çalıştıklarının kini olmalıdır, dini olmalıdır; ama aklıyla, yüreğiyle yürüttüğü bir davası olmamalıdır. Böyle isterler. Ama biliyoruz ki davası olmayanların geleceği de olmaz.
Bu toprakların büyük gerçeği budur: Çıkarcı, bencil, boyun eğen, gerici insanlarla ileriye gidilemez, böyleleri ancak geriye gidişin mimarları olabilirler, öyle de olmuştur.
Denizlerin, Mahirlerin davasını yaşatmak biz ilericilerin boyun borcudur. İleri giden bir memleket için verilen mücadeleye kendini adamak, onlardan öğrendiğimiz şeydir.
Bundan 49 yıl önce yaşamlarına son verilen; halkların kardeşliği ve dayanışmasını savununan, “tam bağımsız Türkiye” şiarını benimseyen, 68 kuşağının devrimci önderlerinden olan Deniz, Yusuf ve Hüseyin'i saygıyla anıyor; onları kahpece idam eden emperyalizmi, ve yerli işbirlikçilerini lanetliyorum.
Denizleri bitmeyen bir ülkede yaşamanın umuduyla...
"Elbet bir bildiği var bu çocukların
Kolay değil öyle genç ölmek
Yeşil bir yaprak gibi yüreği
Koparıp ateşe atmak.."
#6Mayıs1972
#DarAğacındaÜcFidan
"Baba;
Bildiğin gibi burada yaşamımız yeknesak devam ediyor. Mamak cephesinde yeni bir şey yok. Ben kitap okumaya devam ediyorum. Şu anda elimde yalnız edebiyata ait kitaplar olduğundan onlarla yetiniyorum.
Bu gece, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve
Yusuf Aslan'ı asacaklar.
O, "6 Mayıs 1972" ve
bütün 6 Mayıs' lar gibi bir kez daha
TARİH ve İNSANLIK UTANACAK! .
#DENIZGEZMIŞ 🕊🕊🕊🕊
#HÜSEYINİNAN 🕊🕊🕊🕊
#YUSUFASLAN 🕊🕊🕊🕊