Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
İlk Günah'tan beri İyi ve Kötü'yü ayırt etme yeteneğimiz aşağı yukarı birbirine eşittir; yine de tam bu noktada özel üstünlüklerimizi ararız. Ancak bu bilginin ötesinde gerçek farklılıklar başlar. Bunun aksi bir görünüm olması şuna dayanıyor: İnsan yalnızca bilgiyle yetinemez, aynı zamanda buna göre davranmak için çaba göstermesi gerekir. Ancak bunu yapabilecek güçle donatılmamıştır, dolayısıyla kendini yok etmek zorundadır, gerekli gücü ele geçirememe riskine rağmen bu son denemeyi yapmaktan başka bir şey kalmaz kendisine (Bilgi Ağacı'nın yemişlerini yeme yasağındaki ölüm tehdidinin anlamı da budur; belki eceliyle ölümün başlangıçtaki anlamı da buydu). Şimdi bu denemeyi yapmaktan korkar; İyi ya da Kötü bilgisinden vazgeçmeyi bile yeğler (“İlk Günah” kavramı, kaynağını bu korkudan alır) ama bir kere olmuş olan iptal edilemez, sadece belirsizleştirilebilir. İşte bu amaçla güdülenmeler oluşur. Tüm dünya bunlarla doludur, hatta gözle görülür bütün dünya, bir anlık huzur arayan insanın güdülenmesinden başka bir şey değildir belki de. Bilgi gerçeğini çarpıtma, bilgiyi öncelikli amaç edinme denemesi.
'yeryüzünde hiçbir şey -ne lüks otomobiller, ne dev köprüler, ne de derin düşüncelelerle dolu kitaplar- Batı'nın çoktandır kaybettiği, Doğu'nunsa kaybedecek gibi göründüğü bu görünüm kadar güzel olamaz; bu güzellik ki, insanın kendi özvarlığıyla, onu çevreleyen dünya arasındaki o büyülü barışıklığın, o büyülü uyumun ifade­sinden başka bir şey değil.
Sayfa 246
Reklam
Tek bir deli dana bütün sürünün yok edilmesine yol açabil­mektedir. Yığılma, bolluk, tehlikeli kütle adlı bu diktatörlük bütün he­sap kitap sistemlerini alt üst etmekte ve giderek büyüyen bir başıbozukluğa yol açmaktadır. Patafiziğin kötülük meleğine göre her şey hatta dünyanın kendisi bile gereksizdir. Bütünsel bir görünüm sergileyen dünya her şeyi emip, bün­yesi içine alarak kendi kendini dışlamaktadır. Bu bütünsel gö­rünümüyle de Kral Ubu gibi irrasyonel olduğu söylenebilecek naif ve gülünç bir davranış sergilemektedir.
Sayfa 190 - doğubatı yayınlarıKitabı okudu
İnsanların çoğu yanıltıcı bir görünüm takınıyorlardı, bu onların kendi noksanlıklarını ve zafiyetlerini telafi etme biçimleriydi. Tüm dünya yapaydı, çeşitli rollere bürünmüş, sadece aptalları kandıran insanlarla doluydu. Maalesef kendilerinin olmayan bu görüntülerin arkasına o kadar uzun bir süre saklanmışlardı ki, yüzleri eskimiş, alışkanlıklarının farkındalıklarını bile kaybetmişlerdi.
Dinsel aidiyet tekelci bir görünüm sergilerken, dilsel aidiyet öyle değil; her insan birçok dilsel ve kültürel geleneğe birden sahip olabilir.
Osmanlı'da sosyolojinin oluşum sürecine dikkat çeken Doç. Dr. Hüseyin Akyüz, “sosyoloji geleneği” için şu değerlendirmeyi yapar: “ “Sosyolojinin Batı'da doğmuş olduğu” yargısına bütünüyle katılmak bir hayli zordur. Ancak Batı'da geliştiği ve belli bir üslüp kazandığı her türlü şüpheden uzaktır. Batı düşüncesinin bir parçası olarak anlamaya ve öğretmeye çalıştığımız sosyoloji, zaman zaman bilimsel bir hareket, zaman zaman ideolojik bir dünya görüşü, çoğu zaman da içinde bulunduğu toplumsal düşüncenin problem ve sıkıntılarını yansıtıyordu. Yani Batı ülkelerindeki “sosyal olma' durumunu anlamak ve anlatmak istiyordu. O ülkelerde ne ile uğraşıyorsa, bizde de aynı şeylerle uğraşmaya başladı. Bir dereceye kadar da Batı'nın üstünlüğünü savunan, kavram ve fikirler ithal eden ve bizi bunlara uymaya zorlayan bir görünüm içerisinde oldu. Birkaç tane yerli amaç taşıyan çalışmanın dışında, genel olarak söylemek gerekirse, bizdeki mevcut problem ve değerler yerine, Batı'da olmuş bitmiş olandan hareket ederek bunları bizde aramaya, hatta var etmeye çalıştı. Diğer bilimlerin durumu da sosyolojiden pek farklı değildir. Burada üzerinde ısrarla durmak istediğimiz ana konu, bir isim veya form meselesi değildir. Esas olan muhteva, yani öz meselesidir. Sosyolojiye isterseniz ilm-i ümran”, isterseniz 'içtimâiyat ilmi, isterseniz toplum bilimi” deyiniz, sonuç değişmez. Ana mesele, sosyolojik düşüncenin yerli öğelerle örülerek bilimsel bir geleneğin oluşturulmasıdır.”(Akyüz, H.(1991,Nisan)."Sosyolojimizin Sosyolojisi"Soruşturmasına Cevap, Milli Kültür, Sayi 83, s.14-15)
Erkan ÇavKitabı okudu
Reklam
Suat Sinanoğlu
Günümüzde, geleneksel toplumlar bunalım içindedir. Bu toplumlarda zihnî yapı, maddî ve manevî görünüm, akla göre değil, dogmalarla oluşturulmuştur. Zihin yapısı, özgür değildir. Toplumda özgür, bilinçli güçler yoktur. Toplum, kişisel çıkarların, keyfî, kontrolsüz oyununa bırakılmıştır. “Bu çeşit toplumda tevekkül, işleri kendi gidişine bırakma” eğilimi vardır; evrim iradesi yoktur. “Güçlü idarecilerin sömürüsüne boyun eğer.” Düşünce, dokunulmaz dogmalar biçiminde kristalleşmiştir. Zihin yeni fetihlere yönelemez. “Geleneğe dört elle sarılmıştır.” Bu toplumlarda insanın ana düşüncesi, öbür dünya, ahiret düşüncesidir. Tanrı her an yanımızdadır. Bu toplum, “iradesiz, durgun ve kaygusuz” bir toplumdur. Toplum, dogmalara körü körüne bağlıdır; onları sorgulamaz, sorgulayamaz. Felaketleri tevekkülle karşılar; güçlüklerin baskısını alınyazısı sayar, kabullenir.
Sayfa 279 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 4. Basım (2013)Kitabı okudu
Erkek kadından vazgeçer, kadın geçmez, kadın er- keğe asılır ve erkek haksız yere kendisinin kadının peşinden gittiğini hayal eder, oysa kadın onu çağırır. Erkek manastırları kadın manastırlarından son derece daha değerlidir, erkeklerin aşka ihtiyacı yoktur, ten onların aklını başından aynı güçle almaz, erkek, erkek olduğu için ıstırap çekmez, parasız kaldığı ya da gücü kudreti olmadığı için ıstırap çeker, kadın kadın olduğu için ve sevilmediği için ıstırap çeker. Güzel görünüm, kahkahalar, oyunlar, ıvır zıvır ve sevimlilikler; derin denizin köpüğü ve köpüğün altında artık kendimize değil, türe ait olduğumuz siyah bir dünya.
348 öğeden 221 ile 230 arasındakiler gösteriliyor.