“İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” ve “Kadına Şiddete Hayır” etkinliği #80024404 doğrultusunda, “Kadına Yönelik Şiddet El Kitabı”nı okudum. Önsözünden başlayarak belirtildiği gibi bu kitapçığın amacı kadına yönelik şiddet ve şiddetle mücadele mekanizmaları hakkındaki temel bilgileri paylaşmak, kadına yönelik şiddete karşı
“İster Arap Yarımadası'nda, isterse Eski Yunan'da olsun, erkek fantazisi hep aynıdır: Kadının, erkeğin kendi eliyle biçimlendirip can verdiği, yani özgür iradeden ve öznellikten yoksun, tümüyle erkek denetimi altındaki bir Galatea olması!”
Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, Fatmagül Berktay’ın doktora tezinin kitaplaştırılmış hali.
“Hem kendimiz hem başkaları için, insanlığın tamamı için yeni bir toplum arzuluyorduk, insanlara doğanın dayatmadığı alçaklıklar, acılar, kısıtlamalar dayatan ve onları yapay yollardan eşitsiz kılan bütün önyargılardan bağımsız bir toplum.”
Mutsuzluğun 5 temel ögesi vardı:
1-)Aidiyet duygusunun körelmesi:
Geleneksel toplumlarda aile olgusuna karşı bir aidiyet olgusu vardı. Fakat kapital düzende birey daha önemli konuma geldiği için bireyci bir anlayış ön plana çıkmıştır. Ulus ve devlet, eski popülaritesini kaybetmiş daha global insanlar yetişmeye başlamıştır.
2-) Durkheim, bir
Burada önemli bir çelişki belirmektedir: bizler, kapitalist üretim için gerekli olan özgürlük üzerinden gündelik hayatta her an “eşitsiz” kılınırken, demokrasi ancak “yurttaş”lık durumumuz yani devlet karşısındaki siyasi statümüz sayesinde eşit kılınacacağımızın güvencesini verir. Buradaki çelişki ne ifade etmektedir? Bu çelişki ile aynı anda iki kişi mi oluyoruz? Ücretli emek dünyasında tabi ancak farklı şiddet ve sömürü biçimleri arasında seçim tercihi yapmakta özgür? “ Özel” olanın, mülkün ve metaların ve paranın alanı tabiiyet alanıyken, demokrasinin “ kamusal” alanında her birimiz diğeriyle resmen eşit miyiz? Aynı anda iki kişi olmamızın açık ki bir anlamı yoktur, özellikle kapitalizmde “tabi” olanın “özgür” olarak nitelendirildiğini göz önüne alırsak; seçme özgürlüğü, dolaşım özgürlüğü, paranın izin verdiği ölçüde hareket özgürlüğü.
İnsanlığın milyonlarca yıl öncesine kadar dayanan en ilkel hikâyesi…
Daha önce hiç ‘’Taş Devri Edebiyatı’’ diye bir şey duydunuz?...
Jack London, edebiyatta çığır açtığı bu romanı, Prehistorya Edebiyatının (Taş Devri Edebiyatı) ilk kurucu metinlerinden sayılır. Jack London demek, romanı omuzlarından tutup tüm kuvvetiyle sarstıktan sonra
Varoluş, öz'den ayrı tutulabilir mi?
Yaratılış felsefesinde, var edilmiş olan şeylerde öz ve varoluş ayrımını yapmak maddenin çözümlemesi anlamına gelir. Edimsel yolla var olan tekilin niteliği hem öz hem de varoluştan meydana gelir. Öz ve varoluşun ayrılması ise imgelerin bölünebilen doğasını düşündüğümüzde netlik kazanır. Tanrı da imgesel
Kitap güncel politika, koronavirus ile ilgili gelişmeler ve felsefe bilgisi gerektiriyor. Bu sebeple, hacmen küçük olsa da tam bir demir leblebi. Yani tekrar tekrar okunsa da çiğnenip hazmedilmesi zor ve tekrar tekrar bakıldığında hep farklı şeyler keşfedilebilecek bir eser.
Kapitalizm sebebiyle zaten uzun süredir eşitsiz bir topluma doğuyor insanlık. Üstelik artık hava manipülasyonları ile rahat nefes alabilmek de politik hale gelmiş durumda. Bu bağlamda tıp ve siyaset birbiriyle ilişkilenirken bilimsellik kazandırılmış yönetimlere meyil olabilir.
Bağışıklık demokrasisi içinde yaşıyoruz aslında uzun zamandır. Bağışıklık iki anlamlıdır malum. Birincisi bir şeylerden muafiyet anlamındaki bağışıklık ve diğeri de tıbbi anlamdaki. Toplumda hep biz-siz ikiliğinde vücut bulan bir ayrıcalıklı olmak veya olamamak hali vardır. Göçmen- yerleşik, kadın-erkek, beyaz-siyah... Koruma, kollama ve güvence demokrasisi birilerinin canına mâl olmaya devam edecek gibi görünüyor. Bunun en somut örneği İtalya'da virüsle mücadele (?) sürecinde yaşlıların ölüme terk edilmesi. Gençlerin dünyasında yaşlılar bazı bağışıklıklardan yoksun çünkü. Korunan grup gençler...
İnfodemi, bilgi hastalığıdır. Yanlış bilgilerin yayılması başka türlü bir salgın hastalıktır zira.
Bu bağlamda, virüs eşitsizlikleri daha ayan etmiştir. Yönetimler de Orban'ın yaptığı gibi genelde olağanüstü yetkileri kendilerine atfederek sağlıklı toplum yolunda(?) otoriterleşme için meşruiyet zemini aramaktadır.
Hepi topu 89 sayfalık bu demir leblebiyi daha çok insan zihninde çevirse dursa da benden başka şeyler çıkarsayanların fikirleriyle de tanışsam ne iyi olur.
Egemen VirüsDonatella Di Cesare · Pinhan Yayıncılık · 202012 okunma
Fromm (1956), ilgi, sorumluluk, saygı ve bilginin aşkın bileşenleri olduğunu söylüyor. Ona göre ilgi, sevdiğimizin yaşamı ve gelişimi için aktif bir alakadır. Sorumluluk, sevilen kişinin açığa vurulan ya da vurulmayan tüm ihtiyaçlarına karşılık verebilme yetisidir. Ancak Fromm saygı olmadığı takdirde sorumluluğun zorbalığa dönüşebileceği konusun da uyarıda bulunmaktadır. Ona göre saygı, kişiyi olduğu gibi tanıyabilmektir: Kişi, sevdiği kişinin kendi arzularına yarayacak şekilde değil, onun bildiği, tanıdığı ve istediği şekil de var olmasını istemelidir. Bu bağlamda kadınların aşk deneyimleri saygının yoksunluğunun yarattığı koşullarda gerçekleşirken onları savunmasız bırakan eşitsiz güç dengelerine işaret ediyor.